🌈 Kasten Adam Öldürmeye Teşebbüs Af Varmı

Antalya’nın Manavgat ilçesinde meydana gelen kasten öldürmeye teşebbüs ve yaralama suçlarından hakkında kesinleşmiş 9 yıl 2 ay hapis cezasıyla aranan şüpheli Kudret Ş.’nin Alanya'da olduğu bilgisine ulaşan Alanya İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliği ekipleri harekete geçti. Savcılık, "Eşe karşı kasten öldürmeye teşebbüs" suçundan şüpheliyi tutuklama talebiyle hakimliğe sevk etti. Anadolu Sulh Ceza Hakimliği, şüpheli Gürsel Kaya’nın sevk edildiği suç maddesinden tutuklanarak cezaevi ne gönderilmesine karar verdi. Akan, "5 yıl önce aynı kişi Raziye’nin evine silahla saldırmış, 'kasten adam öldürmeye teşebbüs, silahla tehdit, konut dokunulmazlığını ihlal' gibi suçlardan ağır ceza Sanıklar Osman Yıldırım, Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır hakkında "kasten adam öldürmeye yardım" suçundan 14 yıl 2'şer ay, 4 kişinin "öldürülmesine teşebbüse yardım kastenadam öldürmeye teşebbüs - eşim 40 gün önce ihale almaya baska bi şehre gitti donmeye hazırlanırken esnaf olan cocuklarımız yan esnafları ile kavgaya giriyor bizdekiler ilk silahsız ardından dükkan sahibi oğlumuzu ve yiğenimizi vuruyor silahla ardından diğer oğlumuz silahla giriyor ama ates etmiyor birbirlerini tutarken eşim karsı tarafın silahını alıp 2 el Prof Dr. Ersan ŞEN. 21 Ağustos 2015. 1. Genel Olarak. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmında düzenlenen suç tiplerinden olan kasten öldürme ve kasten yaralama suçları ile ilgili olarak uygulamada en çok rastlanan tartışma, kasten yaralama ile öldürmeye teşebbüs Kılıçdaroğlu'na saldırı davasında 6'ncı duruşma: Suç tanımı 'kasten adam öldürmeye teşebbüs' olmalı Karaman’da kasten öldürmeye teşebbüsten aranan şahıs tutuklandı. Karaman’da kasten adam öldürmeye teşebbüsten aranan şahıs jandarmanın düzenlediği operasyonla yakalandı. Şahıs çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Edinilen bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, sorumluluk bölgesinde aranan şahıslara yönelik geniş çaplı çalışma başlattı Kararın temyize götürülmesi sonrası Yargıtay, ‘Kasten öldürmeye teşebbüs’ suçundan ceza verilmesi gerekçesi ile kararı bozdu. Mahkeme ikinci yargılamada ‘Kasten adam öldürmeye teşebbüs’ suçundan haksız tahrik ve iyi hal indirimi ile 6 yıl 8 ay ceza verip ve tutuklu sanığın beraatine hükmetti.Yargıtay, haksız Pekibu adam eve gitseydi, ölen kişi nasıl ölecekti. Ve belli vakitte tam zamanında Demek ki nasslara göre bu adam tam vaktinde ölecekse, onu kastettiğimiz adamın öldürmesi lazım yani zorunlu, bu böyle olunca öldüren kişi daha nasıl eve dönecekti; çünkü gitse ölen kişi nasıl ölecekti? Öldüren orada olmayacaktı. 5000.000'a yakın içtihat & karar arasından "kasten adam öldürmeye teşebbüs cezası kaç yıldan başlar" terimini içeren içtihat & karar listelenmektedir. Daha Fazla Sonuç ve Aramanızı Kolaylaştıracak Bir Çok Eşşisz Kullanıcı Dostu Özellikler İçin Hukuk Work'u 2 Ay Ücretsiz Deneyin Av. Nevin ÖMEROĞLU. 03 Aralık 2018. Değerli okurlarım bu makalemde siz değerli okurlarıma kasten adam öldürme diğer adı ile cinayet suçları hakkında bilgi vermek istiyorum. Bu suç Türk Ceza Kanunumuzun 81. vvUXB. 1. Genel Olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmında düzenlenen suç tiplerinden olan kasten öldürme ve kasten yaralama suçları ile ilgili olarak uygulamada en çok rastlanan tartışma, kasten yaralama ile öldürmeye teşebbüs ayırımına ilişkindir. Mağdur üzerinde gerçekleşen neticenin yaralanma mı yoksa ölüm mü olacağı hususunda, sonuç her durumda maddi vakıa itibariyle “yaralanma” olduğunda bir tereddüt bulunmamakla birlikte, “ölüm” sonucunun gerçekleşmediği durumda failin hangi saikle hareket ettiğinin, başka bir anlatımla, öldürme kastı ile mi, yoksa yaralama kastı ile mi eylemini işlediğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu konuda Yargıtay içtihatları ile doktrinde yer alan görüşler yol gösterici nitelikte olup, uygulamada bazen net bir biçimde ayırımda bulunmanın kolay olmadığını da belirtmekte fayda görüyoruz. 2. Suça Teşebbüsün Şartları Kasten insan öldürme suçuna teşebbüs ile kasten insan yaralama arasındaki farkın daha iyi anlaşılması açısından öncelikle, suça teşebbüsün hangi durumda mümkün olabileceği hususuna değinmek gerekecektir. Suça teşebbüs, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 35. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da, elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulacak, kendisi hakkında verilecek cezada, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre indirime gidilecektir. TCK tanıma göre suça teşebbüs için öncelikle, bir suç işleme kastının bulunması gerekmektedir. Kast kavramı Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Suça teşebbüste failin kastı, işlemeyi tasavvur ettiği suçu tamamlamak amacına yönelik olmalıdır. Bir suçu işlemeye teşebbüs kastından söz edilemez. Kasten öldürmeye teşebbüsten söz edebilmek için, failin hareketinin tereddüde yer verilmeyecek şekilde öldürme niyeti ile gerçekleşmesi gerekir. Suç kastının belirlenmesi açısından; fail ile mağdurun olaydan önceki davranışları, ilişkileri, husumetin olup olmadığı, olay sırasındaki hareketler ile sair hususların birlikte düşünülmesi ve buna göre karar verilmesi isabetli olacaktır. Teşebbüsün cezalandırılabilmesinin bir diğer koşulu da, fail tarafından doğrudan doğruya icraya başlanmasıdır. Elverişli vasıtaya sahip olan fail, fiilin doğrudan doğruya icrasına başlamadıkça teşebbüsten dolayı sorumlu tutulamaz. Ceza hukuku, kural olarak hazırlık hareketleri ile ilgilenmez. Suça teşebbüsün son koşulu, suçun elde olmayan nedenlerle tamamlanamamasıdır. Öldürme kastı ile hareket eden failin, suçun icrasına başlamasına rağmen ölüm neticesinin meydana gelmemesi kasten öldürmeye teşebbüs olarak değerlendirilecektir. Kasten öldürme suçuna teşebbüs hükümlerinin mi, yoksa kasten yaralama hükümlerinin mi tatbik edileceği noktasında önemle durulması gereken husus, sanığın kastının hangi suçu işlemeye yönelik olduğunda toplanmaktadır. 3. Öldürme Kastının Varlığı için Aranan Kıstaslar Kasten insan öldürme suçunda, doğrudan doğruya bir kişiyi öldürmeye yönelik elverişli bir fiilin işlenmesi ile failin, insan öldürme suçunun teşebbüs alanına girmiş olacağını , şayet fail fiilini yaralama kastı ile işlemiş ise, fail hakkında kasten öldürmeye teşebbüsten değil, kasten yaralama suçundan dolayı cezaya hükmolunacağını ifade etmek isteriz. Maddi vakıalarda kastın hangi suça ilişkin olduğuna yönelik tartışmalar mevcut olmakla birlikte Yargıtay, bu sorunun çözümü için bazı kıstaslar ortaya koymuştur. Buna göre; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve niteliği, failin suçta kullandığı aracın mahiyeti, atış veya darbe sayısı ile mesafesi, mağdurun vücudunda oluşan yaraların yerleri ile nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkanı olup olmadığı, olayın akışı ve sebebi ve failin işlemeyi kastettiği suçun oluşmasına iradesine dışında engel bir halin bulunup bulunmadığı hususları, adam öldürmeye teşebbüs ve yaralama suçlarını birbirinden ayıran ölçütler olarak belirlenmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun tarihli ve 2008/1-88 E., 2008/184 K. sayılı kararına göre ise, öldürme kastının varlığı için; • Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı, • Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli olup olmadığı, • Mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti, • Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem taşıyıp taşımadığı, • Failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir sebepten dolayı mı son verdiği, • Olay sonrası mağdura yönelik davranışları Hususları dikkate alınmalıdır. Failin kastının belirlenmesinde başvurulan ölçütlerden hepsinin, öldürme kastını ortaya koyacak şekilde aynı olayda gerçekleşme zorunluluğu yoktur. Ölçütlerden sadece birisinin gerçekleştiği durumda da, failin kastının insan öldürmeye yönelik olduğu; buna karşılık ölçütlerden çoğunun gerçekleştiği durumlarda failin kastının yaralamaya yönelik olduğu söylenebilir. Örneğin, mağdura karşı bıçakla birden fazla darbe vurulması ve tarafların arasında daha önceden bir husumetin bulunması halinde şayet darbe, mağdurun hayati bölgesine vurulmamışsa veya mağdurun hayati bölgesine isabet etmesine rağmen öldürmeye elverişli bir aletle kullanılmamışsa, öldürme kastından değil yaralama kastından bahsedilebilecektir. Bu açıdan esas olan, somut olayın özelliğidir . Hakim, yukarıda sayılan şartlar çerçevesinde karar tesis ederken “şüpheden sanık yararlanır” ilkesini de gözetmeli ve sanıkların öldürme kastı ile hareket ettiği hususunda tereddüde düştüğü durumda kasten yaralama hükümlerini uygulamalıdır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun tarihli ve 2011/1-114 E., 2011/150 K. sayılı kararına göre, “Aralarında önceye dayalı öldürmeyi gerektirecek husumetleri olmayan ve çıkan tartışma sebebiyle gece geç saatlerde aniden gelişen ve hedef seçme olanağı bulunmayan kavganın hareketli ortamında, ele geçmeyen kesici aletlerle mağdurları yaralayan sanıkların eyleminde, Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile 1. Ceza Dairesi’nin süreklilik kazanmış uygulamalarıyla hayati tehlike yaratan isabetlerin bir adetle sınırlı kalması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların öldürme kastıyla hareket ettikleri kuşkulu kalmaktadır. Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan in dubio pro reo’, yani kuşkudan sanık yararlanır’ kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkumiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, sanıklar N. ve S.'nin, mağdurlar D. ve T.'yi öldürme kastlarıyla hareket ettiklerini gösteren kesin ve inandırıcı kanıtlar bulunmadığından, eylemlerinin kasten yaralama olarak kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Bu itibarla, Yerel Mahkemece kanıtların hatalı değerlendirilmesi ve dosya kapsamına uymayan gerekçeler ve kabulle, sanıkların eylemlerinin öldürmeye kalkışma olarak nitelendirilmesi suretiyle direnme kararı verilmesi ve hüküm kurulması isabetsiz olup, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir”. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun tarihli ve 2009/209 E., 2010/29 K. sayılı kararına göre ise, “Olay öncesinde sanık ile maktul arasında öldürmeyi gerektirecek bir husumetin bulunmaması, yaranın yeri, eylemine devam etmesine herhangi bir engel sebep bulunmayan sanığın eyleme kendiliğinden son vermesi ve yaralanan maktulü kurtarmak için aktif çaba harcaması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; sanığın kastının, öldürmeye yönelik olmayıp yaralamaya yönelik olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Bu nedenle, sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 87/4. maddesi uyarınca hüküm kurulmalıdır” . Fail ile mağdur arasında önceye dayalı kan davası veya geçmişteki bir anlaşmazlığın bulunması gibi, önceye dayalı ve adam öldürmeyi gerektirecek bir husumet varsa, failin öldürme amacı ile hareket ettiği düşünülebilir. Ancak ortada bir kan davasının bulunması hali, her somut olayda bizatihi öldürme kastının varlığını ortaya koymaya yeterli olmayabilir. Taraflar arasında daha önce bir husumetin mevcut olmaması, failin mevcut adam öldürme kastını nasıl bertaraf etmeyecekse; sadece husumetin varlığı hali, failde öldürme kastının oluştuğuna dayanak sayılamayacak, net bir kanaate varabilmek için somut olaydaki diğer şartların varlığı aranacaktır. Örneğin, bıçağın öldürmeye elverişli bir araç olduğu kuşkusuz olmakla birlikte, nereden elde edildiği hususunda üzerinde birtakım şüpheler bulunan bıçağı, kendisini veya bir başkasını korumak maksadı ile rastgele sallayan failin, öldürme kastı ile hareket ettiğini söylemek mümkün olmayacaktır. Hatta eylem neticesinde mağdur, hayati tehlike geçirmiş olsa bile, sadece bu olgudan yola çıkılarak failin öldürme kastı ile hareket ettiğinin söylenemeyeceği açıktır; zira “hayati tehlike” kriteri, ancak diğer şartlar ve olayın oluşu ile birlikte değerlendirildiğinde, failin öldürme kastının ortaya çıkarılmasında önem kazanabilecektir. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin tarihli ve 2007/2234 E., 2008/3203 K. sayılı kararında da, “Yoldan geçerken birbirlerine omuz atma meselesi yüzünden çıkan kavgada sanığın rastgele salladığı bıçak darbelerinden birinin mağdur Hakan'ın sol bacak ön yüzde kasıktan 10 cm aşağısına isabet ederek damar harabiyeti sonucu yaşamını tehlikeye sokacak şekilde yaraladığı ve eylemini kendi iradesi ile son verdiği olayda; ortaya çıkan kastının yaralamaya yönelik olduğu ve bu nedenle duyulardan veya organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflamasına veya işlevinin yitirilmesine neden olup olmadığı hususunda raporu da alınarak sonucuna göre yaralama suçundan hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde eylemin öldürmeye teşebbüs olarak nitelendirilmesi” bozma nedeni olarak gösterilmiş, öldürmeyi gerektirecek ölçüde bir husumetin bulunmadığı, olayda bıçağı rastgele sallayan sanığın öldürme kastından söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin tarihli ve 2009/8411 E., 2012/8682 K. sayılı kararına göre, “Oluşa ve dosya kapsamına göre; olay günü sinemadan çıkan sanığın, mağdurlar ile ters bakışma nedeniyle tartıştığı, tartışma sırasında sanığın, kavga ortamında rastgele savurduğu bıçakla mağdur G'yi biri toraksa nafiz olup, sağ meme başında, sol ön kolda, omuzda, sağ koltuk altında, sağ glutea bölgelerine toplam yedi kez vurarak pnömotoraksa ve yaşamsal tehlike geçirmesine sebebiyet verdiği, sanığın, eylemine devam etmeden olay yerinden kaçtığı olayda; sanığın engel hal bulunmaksızın eylemine kendiliğinden son vermesi, yaşamsal tehlikeye yol açan yaranın tek oluşu, diğer yaraların basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir oluşu, sanık ve mağdur arasında öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunmaması, öldürme kastını gösterir her türlü kuşkudan uzak, kesin ve yeterli kanıt bulunmamış olması karşısında; sanığın yaralama kastı ile hareket ettiğinin kabulü ile TCK 86/3-e, 87/1-d, 29, 62, 53 uyarınca hüküm kurulması gerektiği gözetilmeksizin, öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması” bozmayı gerektirmiştir. Sadece suçun maddi unsuru kapsamında incelenen “icra hareketleri” esas alınarak, failin hangi suçtan sorumlu tutulacağını belirlemek isabetli değildir. Önemli olan, failin kastının hangi suçu işlemeye yönelik olduğunu anlamak ve bu konudaki tereddütleri ortadan kaldırmaktır. Meydana gelen bir kavgada fail ile mağdur arasında önceye dayalı veya o an başlamış bir husumet tespit edilememiş, olayın oluş şekil de kasten öldürme suçunu gündeme getirmemekte ve olay sonundaki netice, mağdurun hayati önem taşıdığı kabul edilen vücut bölgelerine vurulan birkaç basit bıçak darbesinden ibaret ise, bu durumda suçun manevi unsuru kapsamına giren failin kastını bir kenara bırakarak, yalnızca suçun maddi unsuru içinde değerlendirilen yara yerlerinden ve olayda kullanılan vasıtadan yola çıkılarak TCK suç ile ilgili teşebbüs hükümlerinin tatbikinde hukuka uygunluk bulunmayacaktır. Yargıtay 1. Ceza Dairesi de tarihli, 2011/4961 E. ve 2011/7639 K. sayılı kararında; “Sanığın mağdur katılanı bıçak ile batın sol alt kadranda yaklaşık 1 cm. genişliğinde ve 10 cm derinliğinde, sol meme üst kısmında yüzeysel kesi oluşturacak şekilde, büyük damar ve iç organ lezyonuna ve yaşamsal tehlikeye yol açmaksızın, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaraladığı olayda; mağdur katılanın sol göğsünden yüzeysel kesi oluşacak şekilde yaralanmasının kavganın hareketli ortamında mazur görülebilir olması ve yara yerinin, özellikle öldürücü bölgenin hedef alındığını göstermemesi, sanık ile mağdur katılan arasında daha öncesine dayanan ve öldürmeye gerektiren bir husumetin bulunmaması, sanığın eylemine engel hal olmaksızın son vermesi ve yaralanmanın mağdur katılanın yaşamını tehlikeye sokmaması karşısında, sanık hakkında silahla kasten yaralamak suçundan TCK uyarınca hüküm kurulması yerine, yazılı şekilde kasten insan öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması” hususunu hukuka aykırı olarak nitelendirmiştir. Bununla birlikte, somut olayda failin eyleminin kasten insan öldürme suçuna teşebbüs oluşturduğu yönünde karar veren Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun tarihli ve 2009/1-252 E., 2010/46 K. sayılı kararında, “Sanık ve katılan arasında, olay öncesinde iki kez yumruklaşmaya varan kavga yaşanmış olması ve sanığın olay öncesinde bu nedenle katılanı aradığı, kaçamaklı savunmasında da belirttiği üzere karşılaştıklarında, 20-25 metre mesafeden 3 el ateş ettiği anlaşılmaktadır. Sanık, silahını kolluk görevlilerine boş olarak teslim etmiştir. Bütün bu hususlar nazara alındığında, sanık ve katılan arasında olay öncesinde kavgaya varan husumet bulunduğu, mağdura, elverişli vasıta niteliğindeki 9 mm'lik tabanca ile yine sonuç almaya elverişli mesafeden, hayati bölge niteliğindeki batın bölgesine yönelik olarak ateş ettiği, 3 el ateş ettikten sonra silahında mermi kalmadığı ve mağdurun yaralandığını gördükten sonra herhangi bir müdahalede bulunmadan ya da yardım istemeden olay yerinden ayrıldığı sabit olup, sanığın öldürme kastı ile hareket ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır; zira sanık, önceden aralarında bulunan husumet nedeniyle elverişli mesafeden, elverişli bir silah ile mağdurun hayati bölgelerini hedef seçerek, birden fazla kez ateş etmiş, mağdurun, bu atışlardan bir tanesinin isabet etmesi nedeniyle yaralanması üzerine ve silahında merminin bitmesi nedeniyle eylemine devam edememiş, onu olay yerinde bırakarak ayrılmıştır. Bu nedenle sanığın, sabit olan eylemine uyan, kasten öldürmeye kalkışma suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi yerine, dosyadaki kanıtlara uymayan bir şekilde kasten yaralama suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi isabetsizdir.” ifadelerine yer verilmiş, yukarıda sayılan unsurlardan husumetin varlığı, elverişli vasıta ile hareket edilmesi tabanca, darbenin şiddeti, darbelerin hayati bölgelere vurulması, failin engel bir nedenden dolayı eylemine son vermesi merminin bitmesi ve mağdurun yaralandığını gördükten sonra herhangi bir müdahalede bulunmaması hususlarının, yani öldürme kastının varlığı için aranan şartların hepsinin somut olayda bulunması sonucunda eylemin kasten öldürmeye teşebbüs niteliğini haiz olduğu kabul edilmiştir. 4. Olası Kast Bakımından Değerlendirme Öldürme kastının bulunmadığı durumlarda, failin en azından olası/muhtemel kastla öldürmeye teşebbüs ettiğinden bahisle ceza tatbiki yoluna gidilip gidilemeyeceği sorusu gündeme gelebilir ki, bu hali ile olası kasttan, yani failin suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesinden de bahsedilemez; zira olası kastla işlenen suçlar teşebbüse müsait olmayıp, failin hedeflediği belirli bir netice yoktur. Sadece istediği neticenin yanında gerçekleşme ihtimali mevcut, fakat gerçekleşmesine de failin örtülü olarak rıza gösterdiği suçlar vardır. Bu açıdan failin, icra hareketine girişilmiş asıl suçun yanında ve gerçekleşen netice kadar ceza sorumluluğu doğacaktır. Olası kastın esasını oluşturan hareketten belirli bir suçun doğabileceğini tahmin etmek ve buna rağmen hareketten vazgeçmemek suretiyle bu sonucu istemiş olmak hususu, ancak sözü geçen netice gerçekleştiği takdirde faile yüklenebilir. Suç teşebbüste, olası kastla hareket eden faile ceza verilemeyecektir . Bu durumda fail, gerçekleşen netice kadar sorumlu tutulabilecektir. Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarihli ve 2012/1872 E., 2012/8562 K. sayılı kararında, “Sanıkların etkili mesafeden mağdur Engin’e ateş ettikleri sırada, Engin’in yanında bulunmakta olan mağdurlar Serdar ve Ergin’in de isabet alıp ölebilecekleri veya yaralanabilecekleri öngörebilecek durumda olduklarından, olası kastla hareket ettiklerinin kabulüyle, olası kastla işlenen suçlarda meydana gelen sonuca göre eylemin nitelendirilmesi gerektiğinden, sanıkların mağdurlar Serdar ve Ergin’e yönelik eylemlerinin olası kastla yaralama kabul edilerek, mağdur Serdar’a yönelik eylemlerine uyan TCK 86/3-e, 21/2, mağdur Ergin’e yönelik eylemlerine uyan aynı yasanın TCK 86/3-e, 21/2 gereğince cezalandırılmalarına karar verilmesi gerektiği düşünülmeden, yazılı şekilde olası kastla insan öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmalarına karar verilmesi” halinin bozmayı gerektirdiğini, olası kastla işlenen suçlarda gerçekleşen sonuca göre eylemde nitelendirme yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Failin yaralama kastı ile hareket edip, ölüm neticesinin doğması halinde ise, “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı TCK 4. fıkrasında düzenlenen, kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmesi hali gereği, fail hakkında ceza tatbiki yoluna gidilecektir. 5. Gönüllü Vazgeçme TCK “Gönüllü vazgeçme” başlıklı TCK göre, “Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz; fakat tamam olan kısım esasen bir suç oluşturduğu takdirde, sadece o suça ait ceza ile cezalandırılır." 36. maddenin gerekçesine göre, “Gerek icra hareketleri aşamasında gerekse icra hareketlerinin bitmesinden sonra, failin suçu tamamlamaktan gönüllü olarak vazgeçmesini teşvik etmek modern suç politikasının temel araçlarından biridir. 765 sayılı Türk Ceza Kanununda sadece icra hareketlerinin devamı aşamasında kabul edilen gönüllü vazgeçme, icra hareketlerinin bittiği ancak neticenin meydana gelmediği olaylar bakımından da öngörülmüştür. Böylece, suçun icrası sürecindeki bütün aşamalarda gönüllü vazgeçme mümkün hale gelmektedir. Ancak icra hareketlerinin bitmesinden sonra gönüllü vazgeçmenin kabulü için, vazgeçenin suçun tamamlanmasını önlemek bakımından ciddi bir çaba göstermesi gerekmektedir. Gönüllü vazgeçme halinde kişiye ceza verilmemekte, ancak o ana kadar yapılan hareketler ayrıca bir suç oluşturuyorsa sadece o suçtan sorumlu tutulmaktadır.” Görüleceği üzere kanun koyucu; failin, suçun icra hareketlerinden sonra kendi isteğiyle vazgeçmesini veya kendi çabası ile suçun tamamlanmasını veya sonucun gerçekleşmesini önlemesini suça teşebbüs saymamış, sadece o ana kadar tamam olan kısmın suç teşkil etmesi halinde cezalandırılmasını kabul etmiştir. Fail; dış baskı, engel veya yakalanma korkusu olmaksızın kendi isteğiyle icra hareketlerini yarıda bırakmışsa, örneğin belinden çektiği tabancasını vicdanının sesini dinleyerek ateşlememişse veya sağa sola ateş ettikten sonra hasmına doğrulttuğu silahı acıdığı için kullanmamışsa, kasten öldürme veya yaralama suçuna teşebbüsten cezalandırılmayacak, o ana kadar gerçekleşen ruhsatsız silah taşıma, tehdit veya meskun mahalde tabanca ile ateş etmek suçlarından cezalandırılacaktır. Fail; ateş etmiş, fakat hasmını vuramamış veya vurmuş, ancak öldürme kastını devam ettirmeyip tekrar ateş etmekten vazgeçmişse, bu durumda eski adı ile ihtiyari ile vazgeçme, yani gönüllü vazgeçme değil faal nedametten, yani etkin pişmanlıktan bahsedilecektir. Bu durumda failin suça tam teşebbüsten cezalandırılmaması için, suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlediğini ortaya koyması gerekir. Aksi halde, yani fail kendi çabası ile suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlemeyip de, öldürme neticesi failin iradesi dışında ve dış müdahalelerle meydana gelmediğinde, failin suça teşebbüsten ceza sorumluluğu devam edecektir. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin gün, 2011/6189 E. ve 2011/6566 K. sayılı bozma kararına göre, “Sanığın, olaydan hemen sonra mağduru hastaneye götürmesi, tıbbi müdahale sonucu mağdurun ölmemesi ve TCK’nın gönüllü vazgeçmeye ilişkin 36. maddesi gözetilerek, sanığın tamam olan yaralama suçundan cezalandırılması gerekirken, kasten insan öldürme suçuna teşebbüsten hüküm kurulması” bozmayı gerektirmiştir. Kasten insan öldürme suçuna teşebbüste ana sorun; failin, silahla ateş ederek veya bıçakla saldırarak hayati bölgesinden yaraladığı mağdurun yaşadığını görüp, yaşayıp kurtulacağını bilmesine, hatta kendisini öldürmeyeceğini söyleyip etrafın yardım etmesine izin vererek olay yerinden ayrılması durumunda kasten öldürme suçuna teşebbüsten mi, yoksa nitelikli kasten yaralama suçundan mı cezalandırılacağıdır. Bir düşünceye göre, fail icra hareketini tamamlamış, yani elverişli vasıta olan silahı ile ateş edip mağduru vurmuş ve sonrasında da aktif çaba göstermemiş, ancak sonuca ulaşabileceği halde suçu da tamamlamamış ve sonuca ulaşmaktan vazgeçmiştir. Bu açıdan bakıldığında, failin gönüllü vazgeçtiği veya pişman olup sonucu elde etmeye yönelik ek hareketi yapmadığı, dolayısıyla gerçekleşen netice kadar sorumlu tutulması gerektiği ileri sürülebilir. Ancak bu isabetli ve TCK öngörülen kanuni tanıma uygun düşmemektedir. Çünkü kanuni tanımda; “kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse” ibaresine yer verilerek, failin ölüm sonucunun gerçekleşmemesinde aktif katkısının olması gerektiği öngörülmüştür. Fail, ya ambulans çağırarak veya mağduru bir araca koyup hastaneye götürerek veya kendisi yardım etmek ve/veya çağırdığı üçüncü bir kişiye yardım ettirerek, ölüm sonucunun gerçekleşmemesini sağlamalı veya buna katkıda bulunmalıdır. Bu düşünceye katılmamaktayız. Çünkü kanun koyucu TCK suçun tamamlanmamasından veya neticenin gerçekleşmesinin önlenmesinden bahsetmiştir. “Suçun tamamlanmasının önlenmesi”, failin öldürme kastı ile hareket edip ateş ettikten sonra kurşunun isabet etmediği veya sadece yaralanan mağdura tekrar ateş etmeyerek suçu tamamlamaktan kendi isteği ile vazgeçmesi anlamını taşır. Burada failin özel ve aktif bir çaba göstermediği ileri sürülebilir. Failin aktif çabası ile ölüm neticesini önleme, neticenin gerçekleşmemesini sağlama olarak düşünülebilir. Aksi halde kanun koyucunun, “suçun tamamlanması” yanında aynı anlamı taşıyan “neticenin gerçekleşmesi” ibaresini kullanmasının bir anlamı ve gereği olmaz. Kanaatimizce “suçun tamamlanmasının önlenmesi”, failin dış baskı olmaksızın vazgeçmesi olarak tanımlanmalıdır. “Neticenin gerçekleşmesinin önlenmesi” ise, failin mağdura tıbbi müdahalede bulunmasını sağlayarak kurtulması denilebilir. Aksi halde, yukarıda gerekçesine yer verdiğimiz TCK eksik ve amacına aykırı uygulanması gündeme gelecektir. Burada iki eleştiri ortaya koyulabilir Birincisi; tüm icra hareketlerini bitirip mağduru hayati bölgesinden vurup yaralayan, fakat öldürmekten vazgeçen failin nitelikli kasten yaralamadan sorumlu tutulmakla bir anlamda ödüllendirildiği, çünkü daha az ceza ile cezalandırılacağı ileri sürülebilir. İkincisinde ise; TCK metninde “kendi çabalarıyla” ibaresine yer verildiği ve bu hükmün gerekçesinde de, “Ancak icra hareketlerinin bitmesinden sonra gönüllü vazgeçmenin kabulü için, vazgeçenin suçun tamamlanmasını önlemek bakımından ciddi bir çaba göstermesi gerekmektedir.” cümlesine yer verildiğinden, aktif çaba göstermeyen failin elverişli vasıta ile icra hareketlerini tamamladıktan sonra neticeyi elde etmekten vazgeçmesinin gönüllü vazgeçme kapsamında değerlendirilmeyeceği eleştirisi gündeme gelebilir. Yukarıda yer alan gerekçelerle bu eleştirilere katılmadığımızı, TCK yer alan “kendi çabalarıyla” kavramının failin kendi isteğiyle suçu tamamlamaktan vazgeçmesi olarak anlaşılması gerektiğini, aksi halde sonucun meydana gelmesini önleyen gönüllü vazgeçmenin bir anlamının olmayacağını ifade etmek isteriz. 6. Öldürmeye Teşebbüs ve Kasten Yaralama Hallerinde Meşru Savunma ve Haksız Tahrik Müesseselerinin Uygulanma Şartları Yukarıda örneklerini sunduğumuz maddi vakıalarda bir diğer sorun, meşru savunma ve haksız tahrik hükümlerinin hangi koşullar altında uygulanacağına ilişkindir. Genellikle kasten öldürmeye suçuna teşebbüs ve kasten yaralama suçunda, haksız tahrik veya meşru savunma hükümlerinin tatbik edilerek faile cezada indirim yapıldığı haksız tahrik veya ceza verilmediği meşru savunma görülmekte, şartları ve unsurları itibariyle farklı olmakla birlikte bu iki müesseseden hangisinin uygulanacağı pratikte tartışmaya konu olabilmektedir. Maddi olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunduğu durumlarda, fiilin hukuka aykırılık unsurunun oluşmadığı ve bu nedenle kişilerin sorumluluklarına gidilemeyeceği açıktır. Hukuka uygunluk nedenleri Ceza Hukukumuzda “hakkın kullanılması”, “görevin ifası”, “meşru savunma” ve “ilgilinin rızası” olmak üzere dörde ayrılır. Çalışmamıza konu maddi vakıalarda “meşru savunma” halinin sözkonusu olabileceği ihtimaline binaen, bu halin hangi şartlarda mevcut olabileceğine ilişkin bazı değerlendirmeler yapmak gerekecektedir. Bir hukuka uygunluk sebebi olarak “meşru savunma”, Türk Ceza Kanunu’nun 25. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir. Maddeye göre, “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez”. Bu hukuka uygunluk sebebi gerçekleştiğinde, hukuka aykırılık unsuru oluşmadığından bahisle fiil suç sayılmayacaktır. Yeni düzenlemede, her türlü hakka yönelik haksız saldırıya karşı meşru savunmanın kabul edildiği belirtilmiştir. Buna göre fail; yalnızca cana veya ırza yönelik saldırılara karşı değil, mala veya hukuken korunan bir başka yarara karşı yapılan haksız saldırıya karşı da hukuki yararı koruma hakkına sahiptir. Buna göre meşru savunmadan söz edebilmek için; öncelikle bir saldırının bulunması, bu saldırının bir hakka yönelmiş ve haksız olması, ayrıca gerçekleşen veya gerçekleşmesi yahut tekrarı muhakkak olması; saldırı karşısında yapılan savunmanın da zorunlu, saldırıyı yapan kişiye yönelik ve saldırı ile orantılı olması gerekmektedir. TCK yalnızca gerçekleşen haksız saldırıya karşı değil, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız saldırıya karşı da orantılı savunma yapılabilir ki, bu sırada işlenen fiil suç sayılmaz. Gerçekleşme ihtimali veya tekrarı kaçınılmaz olan, yani somut olayın özelliklerine göre beklenen, pek muhtemel kabul edilen haksız saldırıya karşı failin savunma hakkı vardır. Böylece bireyin, haksız saldırıya karşı kendisini veya bir başkasını koruma imkanı genişletilmiştir. Bir kişi trafikte veya işyerinde veya kamuya açık herhangi bir alanda tartıştığı kişiye “seni öldüreceğim” diyerek silah çekmeye teşebbüs etmiş veya silahını çekip mermiyi namluya vermişse veya ateş etmek üzere hazırlık yapmışsa, o anda saldırının gerçekleşeceğini muhakkak gözü ile bakılır ve failin saldırı ile orantılı olarak savunma hakkının varlığı kabul edilir. Saldırıda bulunan yalnızca faile sövüp hakaret etmişse veya eski husumete dayalı şekilde faili tahrik etmiş veya aşağılamışsa, bu durumda TCK kapsamında haksız tahrik, yani şiddet, elem veya kızgınlığa sebebiyet veren tepki hukuka uygun görülebilir, fakat TCK öngörülen meşru savunmanın şartları gerçekleşmediği için, hukuka uygunluk nedeninin gerçekleştiğinden bahsedilemez. Ancak haksız saldırıda bulunan, duraksamaya yol açmayacak şekilde saldırıda bulunma ihtimalini ortaya koymuş, örneğin kavga ettiği şahsı araçla takip edip sıkıştırmış, silahını çekip faile ateş edeceği yönünde ciddi emareler ortaya koymuşsa, gerçekleşmesi muhakkak saldırının varlığından bahsedilebilecektir. Tekrarı muhakkak saldırı için de bu açıklamalar yapılabilir. Fail, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak saldırının varlığını değerlendirme sırasında mazur görülebilecek, yani orta derecede karar verme yeteneğine sahip bir kimse tarafından kabul edilebilecek veya orta derecede karar verme yeteneğine sahip bir kimsenin yaşayacağı heyecan, korku veya telaştan dolayı meşru savunmada sınırı aşmışsa, bu durumda failin cezalandırılmayacaktır TCK Ancak somut olayın özelliklerinde failin sahip olduğu özel yetenekler sebebiyle meşru savunmada sınırın aşılması sırasında heyecan, korku veya telaş yaşamayıp da kendisini yaşamış göstermiş ve meşru savunmada sınırı kasten aşmışsa, ceza sorumluluğu tam olarak, bu sınırın taksirle aşılması halinde de failin azaltılmış ceza sorumluluğu gündeme gelecektir. “Hata” başlıklı TCK göre; “Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.” Bu hükme göre, hukuka uygunluk nedenine ilişkin şartların varlığında hataya düşen kişi bu hatadan yararlanacaktır. Ancak bunun için, hatanın kaçınılmaz olması gerekir. Örneğin, hasmı ile karşılaşan veya bir nedenle tartışan kişiye, hasmının veya tartıştığı kişinin silah çekmesi, ancak silahta kurşun olmadığını veya silahın kurusıkı tabanca olduğunun sonradan anlaşılması halinde, bu durumu bilmeyen ve bu konuda kaçınılmaz hataya düşen failin savunmasına ilişkin fiil hukuka uygun sayılacaktır. Çünkü fail; kaçınabileceği değil, bilemeyeceği ve kaçınamayacağı bir hataya düşmüş, haksız saldırıda bulunanın hareketi ile öldürüleceğine veya yaralanacağına inanıp kendisini savunmuştur. Fail; hukuka uygunluk sebebinin koşullarının gerçekleştiği konusunda bildiği veya bilebileceği veya kaçınabileceği bir hatanın sonuçlarından yararlanamaz. Fail; bir tartışma sırasında elini beline atan maktulün silah taşımadığını bildiği veya kendisine doğrulttuğu bir cismin silah olmadığını gördüğü halde savunmada bulunmuşsa, TCK yararlanamayacaktır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu muhtelif kararlarında meşru savunmanın unsurlarına yer vermiş, bunları saldırıya ve savunmaya ilişkin olmak üzere iki kısımda incelemiştir. Buna göre, meşru savunmanın koşulları şunlardır a. Saldırıya İlişkin Koşullar aa. Bir saldırı bulunmalıdır; burada somut bir saldırının varlığı gerekmekte ise de, başlayacağı muhakkak olan ve başladığı takdirde savunmayı olanaksız kılacak veya güç hale getirecek bir saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı da henüz sona ermemiş saymak zorunludur. bb. Saldırı haksız olmalıdır. cc. Saldırı 765 sayılı Kanuna göre, nefse ya da ırza; 5237 sayılı Kanuna göre ise herhangi bir hakka yönelik olmalıdır. dd. Saldırı ile savunma eşzamanlı bulunmalıdır. b. Savunmaya ilişkin Koşullar aa. Savunma zorunlu olmalıdır, bb. Saldırı ile savunma arasında orantılılık bulunmalıdır . Meşru savunmada saldırının, meşru savunmada bulunan kişiye karşı yapılması şartı aranmaz. Bir başkasına yönelik haksız bir saldırı karşısında da meşru savunmada bulunulabilir. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 49. maddesinin 2. fıkrasında, meşru savunma kapsamında savunulabilecek haklar arasında sadece vücut bütünlüğü ile namus sayılmış, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 25. maddesinin 1. fıkrasında ise meşru savunma kapsamında korunacak haklarla ilgili herhangi bir sınırlama öngörülmemiş ve bireyin, gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir hakkına yönelik yapılacak saldırıya karşı kanuni savunma hakkının olduğu belirtilmiştir. Buna karşılık bazı haklara tecavüz edilmesi, meşru savunmayı gerektiren saldırı kapsamına girmez. Örneğin, kişiye hakaret edilmesi halinde meşru savunmadan yararlanılamaz. Ancak hakaretin hakaretle karşılanması halinde, TCK uyarınca ceza verilmemesi gündeme gelebilir . Hakarete uğrama karşısında müessir fiille başvurulması meşru savunmanın değil, diğer şartları oluştuğu takdirde TCK haksız tahrik hükümlerinin tatbikini gündeme getirir. Örneğin, A’nın B’ye yumruk vurmak suretiyle iki dişinin kırılmasına sebebiyet verdiği, aynı şekilde C, D ve E’nin B’ye yönelik olarak kasten yaralama, hakaret ve tehdit eylemlerini gerçekleştirdikleri, akabinde A’nın, B’nin akrabası F’ye yönelik olarak D ve E’yi azmettirdiği ve bu esnada F’nin, D ve E’ye karşı bıçakla yaralama fiilini işlediği durumda; B’ye yapılan ve A’nın, D ve E’yi azmettirmesi sonucu kendisine de yapılması hususunda şüphe bulunmayan saldırı karşısında TCK belirtilen “gerçekleşmesi muhakkak olan haksız saldırı” F’nin eyleminin meşru savunma kapsamında değerlendirilebilmesi mümkündür. Çünkü burada, F’nin meşru savunma bilincinde olduğu, somut olayda hemzamanlık ve saldırıda bir haksızlık bulunduğu görülmektedir. Ancak burada meşru savunmadan söz edebilmek için bir diğer koşulun, saldırı ile savunma arasında orantılılık olduğu da unutulmamalıdır. Burada saldırının, F’den önce B’ye karşı yapıldığı, F’nin bu saldırıyı defetmek zorunluluğu altında kaldığı, yani ortada biten bir saldırıya tepki amaçlı karşı saldırının olmadığı, aksine meşru savunma ile haksız tahriki birbirinden ayıran ve F’nin fiilini savunma amaçlı hale getiren hemzamanlığın gerçekleştiği, bu şekli ile olayın “meşru savunma” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ortadadır. Örneği biraz daha geliştirelim. F’nin elinde bıçak bulunsun, diğerlerinin elinde ise saldırı aleti bulunmasın. Bu halde dahi doğrudan doğruya meşru savunmanın oluşmadığı söylenemez; zira meşru savunmada orantılılık koşulunu her olaya göre ayrı değerlendirmek gerekir. Birden fazla kişinin saldırıda bulunması ve saldırıda bulunan kişilerin saldırılan kişiye göre fiziki açıdan daha güçlü gözükmesi karşısında F’nin bıçakla bu kişilere karşı eylemlerde bulunması, şayet D ve E’ye isabet eden bölgeler hayati bir önemi haiz değilse veya birden fazla eylemde bulunulmamışsa, meşru savunmanın sınırlarını aşmak olarak nitelendirilemeyecektir, yeter ki F’nin amacı, saldırıyı defetmek olsun. Saldırıda bulunan kimse veya kimseler ile savunmada bulunan kimsenin kişisel durumlarını da dikkate almak ve silahın fiziki kuvvetsizliği gidermek için icat edildiğini unutmamak gerekir. Savunma hareketlerinin ve bu hareketlerde kullanılacak vasıtaların orantılı olması gerekmesi ile birlikte, bu orantının somut durumu ortaya koyduğu heyecan, telaş veya korkudan dolayı mutlaka aynı veya yakın olması beklenemez. Burada hakimin, yapılan savunma hareketleri ve vasıtalar ile saldırı arasında kabul edilebilir bir dengenin olup olmadığını araştırması ve tespit etmesi gerekir. Orantılılık meselesi ile ilgili emsal teşkil edecek bir kararında Yargıtay, miras anlaşmazlığı nedeniyle silahsız birkaç kişinin toplu olarak annelerini evinden zorla götürmek istemeleri üzerine, anne olan sanığın bıçağı, mağduru korkutmak için salladığı sırada mağduru yaralaması olayında, meşru savunma koşulunun gerçekleştiğini kabul etmiştir. Meşru savunma bilinci; kişinin, kendisine veya başkasına yönelik bir tecavüzün varlığının bilincinde olması ve bu tecavüzü defetmek amacı ile hareket etmesi durumunda mümkündür. TCK gerekçesinde de belirtildiği üzere, meşru savunmanın “haksız saldırı” koşulu açısından, “gerçekleşen haksız saldırı” ile “gerçekleşmesi muhakkak haksız saldırı” veya “tekrarı muhakkak haksız saldırı” aynı sayılmıştır. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin tarihli ve 1007/1774 sayılı kararında, “Mağdur tarafın kalabalık bir grup halinde ellerinde sopa, demir boru ve taşlarla muhtarlık odası önüne gelip sanığın üzerine yürüdükleri, tanıkların bir olay olmaması için engel olmaya çalışıp sanığı içeriye aldıkları, buna rağmen, mağdur tarafın ellerindeki demir, sopa ve taşlarla köy odasına saldırdıkları, camları ve kapıyı kırıp içeri girdikleri sırada sanığın tabancasını çıkarıp uyardığı, içlerinde mağdur ve müdahilin de bulunduğu grubun eylemlerine devam etmesi üzerine ilk önce havaya ateş ettiği, saldırının sürdürülmesiyle yere ateş ettiği ve mağdurları hayati tehlike geçirmeyecek şekilde yaraladığı olayda, sanığın kendisine yönelmiş, gerçekleşen haksız saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlediği fiilden, yasal savunma nedeniyle TCK gereğince ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması” hukuka aykırı olarak nitelendirilmiştir. Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu, tarihli ve 1990/1-133 E., 1990/155 K. kararında, “Sanık ve arkadaşı; bıçak, mınçıka, taş ve sopalar bulunan altı kişinin toplu saldırısına uğrayınca paniğe kapılıp salt kendisini korumak ve tehlikeyi bertaraf etmek amacıyla hareket ettiğine göre yasal savunma koşulları içindedirler. Kaçma olanağı varken kaçmamış olması bu koşulları ortadan kaldırmaz. Bu nedenle yüklenilen suçu yasal savunma koşulları altında işlediği anlaşılan sanık hakkındaki direnme hükmünün açıklanan bu değişik gerekçesiyle bozulmasına karar verilmelidir” gerekçesine yer vererek, meşru savunmanın koşullarını oluştuğunu belirtmiştir. Bu açıklamalarla birlikte, yukarıda meşru savunma ile ilgili olarak saydığımız koşullardan birisinin dahi gerçekleşmediği durumda TCK tatbik alanı bulamayacak, suça konu eylemin, haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet ve şiddetli elemin etkisi altında işlenmesi durumunda, TCK haksız tahrik hükümleri uyarınca fail hakkında cezada indirime gidilebilecektir. Haksız tahrik, hemzamanlık ve zorunluluk içermeyen bir etki-tepki hali olduğundan, yani haksız fiile duyulan şiddetli elem veya hiddetten kaynaklandığından, haksız tahrikten kaynaklanan fiil hukuka uygun hale gelmeyecek ve suç olmaya devam edecek, ancak faile bir haklılık payesi de verilmek suretiyle haksız tahrikin ağırlığına ve yol açtığı etkiye göre failin cezasında indirime gidilecektir. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin tarihli ve 2011/5517 E., 2011/6217 K. sayılı kararında, “Olay akşamı garaj odasında arkadaşlarıyla televizyon izlediği sırada maktulün alkollü bir şekilde yanlarına geldiği, sanığa küfür ederek televizyonu dışarı attığı, masa ve ısıtıcıyı tekmeleyerek ortalığı dağıttığı, tanıkların tutup sakinleştirmeye çalıştıkları, maktulün kendine ait araca giderek bir şeyler aradığı, sanığın da kendi tır kamyonuna bindiği, maktulün birkaç dakika sonra taşla sanığın kamyonuna vurarak küfür edip dışarı çağırdığı, sanığın inmesi üzerine ona vurmaya çalıştığı, sanığın da bıçakla maktulün göğsüne bir kez vurarak öldürdüğü olayda”, sanık müdafiinin meşru savunmaya yönelik açıklamaları isabetli görülmemiş ve fail hakkında haksız tahrik indiriminin tatbik edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Haksız tahrik, failin haksız bir yol açtığı hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında hareket ederek bir suç işlemesini ifade eder ki, bu durumda fail suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısında gerçekleşen karışıklığın sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir. Haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için; • Tahriki oluşturan haksız bir fiil olmalı, • Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı, • Failin işlediği suç bu ruhi durumun tepkisi olmalı, işlenen suç ile haksız tahrik arasında illiyet bağı olmalı, • Haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan sadır olmalıdır. Karşılıklı tahrik oluşturan eylemlerin varlığı halinde, iki tarafın tahrik oluşturan haksız davranışları birbirine oranla değerlendirilmeli, öncelik-sonralık durumları ile birbirlerine etki-tepki biçiminde gelişip gelişmedikleri gözönünde tutulmalı, ulaştıkları boyutlar, vahamet düzeyleri, etkileri ve dereceleri gibi hususlar dikkate alınmalı , buna göre; etki-tepki arasında denge bulunup bulunmadığı gözetilerek, başlangıçtaki haksız davranışa gösterilen tepkide aşırılık ve açık bir oransızlık saptanması halinde, failin haksız tahrik hükümlerinden yararlandırılması yoluna gidilmelidir. Şartları ve unsurları itibariyle birbirinden farklı müesseseler olan meşru savunma ve haksız tahrik hallerinde temel farklılık, meşru savunma halinde bulunan failin, saldırıyı defetmek amacıyla hareket etmesi, haksız tahrikte ise haksız bir fiilin yol açtığı hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesidir. Meşru savunma halinde, haksız bir saldırıya karşı o an için savunma mecburiyetinde kalındığı halde; haksız tahrikte, meydana gelen haksız saldırının karşısında savunma mecburiyeti olmadan, sadece haksız fiilin fail üzerinde meydana getirdiği öfke veya üzüntüye duyulan tepkiyle suç işlenmektedir . Esasında, bir düşünceye göre iki durumda da suç oluşmaktadır. Meşru savunmada işlenen fiilin hukuka uygunluk sebebiyle faile ceza verilmemesi gündeme gelmektedir. Meşru savunmanın bu şekilde tanımlanan hukuki nitelendirilmesine katılmadığımızı ifade etmek isteriz. Meşru savunma bir cezasızlık hali olmayıp, suçun dört unsurundan birisi olan “hukuka aykırılık” unsurunun gerçekleşmediği durumda fiil suç sayılmayacak ve suç sayılmayan fiilden dolayı da faile ceza verilemeyecektir. Çünkü suçun unsurlarından birisi oluşmadığında, somut olaya konu fiili suç olarak nitelendirmek de mümkün değildir. Meşru savunma, bu yönü ile de haksız tahrikten ayrılır. Haksız tahrikte, tahrike konu fiil suç olmaya devam etmekte, fakat failin cezasında bir haklı nedenle indirime gidildiği halde, meşru müdafaada, savunmaya konu fiil suç teşkil etmemektedir. İki farklı müessesenin bazı maddi vakıalarda, özellikle karşılıklı kavga hallerinde karıştırılmasının nedeni de, hem meşru savunma halinde ve hem haksız tahrik halinde bir haksızlığa tepkinin bulunmasıdır. Bu açıdandır ki meşru savunma şartlarının oluşmadığı durumda, kişiye karşı yapılan saldırının haksızlık oluşturduğu da düşünüldüğünde, meşru savunma yerine haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gündeme gelebilecektir. Yeter ki fail, tahrikin meydana gelmesine kendi kusuru ile sebebiyet vermemiş olsun. Prof. Dr. Ersan Şen / Av. Ertekin AksütBu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder. Bu Konuda Tüm Forumlar Motorlu Araçlar Dünyası Otomobil Genel Otomobil ve Otomotiv Dünyası Genel Bu Konuda Şimdi Ara Sıcak Fırsatlarda Tıklananlar Editörün Seçtiği Fırsatlar Daha Fazla Bu Konudaki Kullanıcılar Daha Az 1 Misafir - 1 Masaüstü 5 sn 23Cevap 0Favori Daha Fazlaİstatistik Konu İstatistikleri Son Yorum 2 yıl Cevaplayan Üyeler 16 Konu Sahibinin Yazdıkları 2 Ortalama Mesaj Aralığı 35 dakika Son 1 Saatteki Mesajlar 1 Haberdar Edildiklerim Alıntılar 2 Konuya En Çok Yazanlar TheCaliph_ 2 mesaj cseyfe 2 mesaj 2 mesaj The Division Bell 2 mesaj zotacing 2 mesaj Konuya Yazanların Platform Dağılımı Masaüstü 15 mesaj Mobil 5 mesaj Mini 3 mesaj Konuya Özel quoteOrijinalden alıntı yharfSon 4-5 aydır özellikle çok gergin ortam. sağdan ortadan 50-60la gidiyorum. Karşıdaki arabayı üstüme de sürse frenliyip geç diyorum. İpsiz sapsızın birine can vermekten iyidir alttan fazla katil-hırsız-dolandırıcı ve aralarında farklı suçlardan en az 4-5 yıl yatarı olan adamları saldılar, medyaya bilerek yansıtılmayan günlük cinayet-yaralama sayıları rekor düzeyde. Bunların hesabını veren veya sorabilen kimse yok. quoteOrijinalden alıntı Armin van Buuren*"Kasten adam öldürmeye teşebbüs" demenize gerek yok. Zira teşebbüs hali ancak suçun kastla işlendiği durumlarda mevcut de haklısın; aracı süren direksiyon hakimiyetini kaybettim yol ıslaktı diyerek çay içip ifade verip çıkacak. Olayın öncesi nerde falan filan diyenler bu ülkede motosiklet sürmeyi gokart aracı kullanmak falan zannediyor heralde. Sen trafikte tartıştığın belki küfürleştiğin bir araca kasti olarak vurmuyorsan/vuramazsan motosiklete hiç vuramazsın kardeşim. Motosiklette kaporta sürücüdür. Nefsine yenilip bunu sağlıklı bir şekilde düşünemiyorsan kusura bakma cezanı çekeceksin. Bugün videodaki kişi yaralanır yarın belki Allah korusun senin çocuğununun başına gelir yaralanır. Azıcık vicdan. Ülkede kamerasız motosiklete binemez hale geldik bu önyargılar yüzünden... Sayfaya Git Sayfa Kasten insan öldürme suçuna teşebbüs suçu teknik olarak kasten yaralama suçu ile çeşitli benzerlikler göstermektedir. Aslında öldürmeye teşebbüs de bir nevi yaralamadır. Bu noktada bir suça ne şekilde teşebbüs edilebileceğini açıklamak gerekmektedir. Suça teşebbüs, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 35. maddesinde yer almaktadır. Buna göre kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da, elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulacak ve daha az ceza verilecektir. Yani kişiye öncelikle kasten öldürmeden ceza verilecek daha sonra teşebbüs nedeniyle cezası indirilecektir. Bu noktada kasten öldürmeye teşebbüs ile kasten yaralama arasındaki en büyük fark kast unsurudur. Fail öldürme kastıyla hareket ettiyse öldürmeye teşebbüsten ceza verilecektir. Ancak kişinin kastı yaralama ise bu suçtan ceza verilecektir. Kasten öldürmeye teşebbüsün cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasıdır. Ancak kasten yaralamada ise verilecek ceza fiil ve mağdura göre değişecek olsa da kasten öldürmeye teşebbüsün cezasına oranla çok da hafif bir hapis cezasıdır. Yargıtay her iki suçu ayırt edebilecek çeşitli ölçütler koymuştur. Buna göre; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve niteliği, failin suçta kullandığı aracın mahiyeti, atış veya darbe sayısı ile mesafesi, mağdurun vücudunda oluşan yaraların yerleri ile nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkanı olup olmadığı, olayın akışı ve sebebi ve failin işlemeyi kastettiği suçun oluşmasına iradesine dışında engel bir halin bulunup bulunmadığı hususları, adam öldürmeye teşebbüs ve yaralama suçlarını birbirinden ayıran ölçütler olarak belirlenmiştir Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun tarihli ve 2008/1-88 E., 2008/184 K. sayılı kararına göre kasten öldürme kastının oluşabilmesi için şu şartlar gereklidir. a Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı, b Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli olup olmadığı, c Mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti, d Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem taşıyıp taşımadığı, e Failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği, f Olay sonrası mağdura yönelik davranışları, başka bir anlatımla olayın kendine özgü tüm özellikleri dikkate alınarak saptanmalıdır. Bu nedenle her somut olay kendi içerisinde kendi dinamiklerine göre değerlendirilmelidir. Savunma hakkının eksiksiz kullanılması adına her iki suçun da ceza hukuku alanında ihtisas yapmış müdafilerce incelenerek savunma yapılması hayati önem arz etmektedir. ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS İLE KASTEN YARALAMA MUKAYESESİ ÖLDÜRME KASTININ TESPİT EDİLMESİNDE YARGITAY’IN BELİRLEDİĞİ KRİTERLER Kasten yaralama TCK ve kasten öldürmeye teşebbüs TCK vd. suçları 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmında düzenlenmiştir. Uygulamada bu iki suç arasındaki ayrımın çokça tartışma konusu olması nedeniyle bu yazıda kasten yaralama ve kasten öldürmeye teşebbüs suçlarına ilişkin kastın belirlenmesinde Yargıtay tarafından belirlenen kriterler, yine Yargıtay kararları ve doktirinde yer alan görüşler çerçevesinde inceleme konusu yapılacak, şüpheden sanık yararlanır in dubio pro reo ilkesi ele alınacaktır. Yargıtay, failin eyleminin, mağduru yaralamaya mı 5237 S. K vd yoksa öldürmeye mi 52378 S. K. m. 81,35 vd olduğununun tespit edilmesinde, dikkat edilmesi gereken bazı kriterler ki, failin kastı tespit edilirken her somut olay kendi içinde değerlendirilmelidir. Hiçbir engel neden olmadığı halde eyleme devam etmemek öldürme kastının olmadığını gösterir. AVCI, s. 94. “ Hayati tehlike doğuran yaranın tek oluşu, mani sebep olmadığı halde sanığın eylemine devam etmemesi,” 1. CD. E. 1995/3152, K. 1995/3470. “Yaralardan birinin hayati tehlike tevlit ettiği, yere düşen mağdura eliyle vurduğu, bıçakla vurması mümkün iken, devam etmediği” 1. CD. E. 1995/2882, K. 1995/3724 durumlarında failin kastı öldürmek yaralamaktır. Suçtan sonra teslim olmak EREM, veya mağduru hastaneye kaldırmak, yaralama kastı için karinedir. Kasten Öldürmeye Teşebbüs ve Kasten yaralama Suçlarının Manevi Unsur Bakımından Ayırt Edilmesi, Fatih Birtek, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi sayfa 269 vd. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, Öldürmeye Teşebbüs TCK md. 81,35 ve Kasten Yaralama TCK md. 86 suçları bakımından kastın belirlenmesinde dikkate alınacak ölçütleri sıraladığı ve uygulamaya yön verici nitelikteki kararında Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun tarihli ve 2008/1-88 E., 2008/184 K. Sayılı Kararı., öldürme kastının varlığı için; Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı, Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli olup olmadığı, Mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti, Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem taşıyıp taşımadığı, Failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir sebepten dolayı mı son verdiği, Olay sonrası mağdura yönelik davranışları, Hususları dikkate alınmalıdır. Öldürmeye Teşebbüs ile Kasten Yaralama Mukayesesi ve Uygulama Sorunları, Prof. Dr. Ersan ŞEN, Av. Ertekin AKSÜT, TBB Dergisi Sayı 2013 /109, Sayfa 4 vd. Yine öldürme kastı ile yaralama kastı arasındaki farkın belirlenmesinde, failin olay sonrası mağdura yönelik davranışları belirleyici niteliktedir. Nitekim Ceza Genel Kurulu bir kararında Ceza Genel Kurulunun tarih ve 2009/209 E., 2010/29 K. Sayılı Kararı. sanığın eylemi nedeniyle ölen maktulü dahi kurtarmak için aktif çaba harcayan sanığın öldürme kastı ile hareket etmediğine işaret etmiştir. ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İN DUBİO PRO REO İLKESİ Mağdur üzerinde gerçekleşen neticenin yaralanma mı yoksa ölüm mü olacağı hususunda, sonuç her durumda maddi vakıa itibariyle “yaralanma” olduğunda bir tereddüt bulunmamakla birlikte, “ölüm” sonucunun gerçekleşmediği durumda failin hangi saikle hareket ettiğinin, başka bir anlatımla, öldürme kastı ile mi, yoksa yaralama kastı ile mi eylemini işlediğinin belirlenmesi gerekmektedir[1]. Ceza hâkimi, önüne gelen uyuşmazlıkta, sanığın kastının öldürmeye mi yoksa yaralamaya mı ilişkin olduğunu belirlerken, doktrinde yer alan kıstaslar ve Yargıtay uygulamaları çerçevesinde karar tesis ederken, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesini de gözetmeli ve sanığın öldürme kastı ile hareket ettiği noktasında tereddüt yaşadığı halde kasten yaralama hükümlerini uygulamalıdır. Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan in dubio pro reo’ yani kuşkudan sanık yararlanır’ kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkûmiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır.[2] SONUÇ Failin gerçekte hangi suçu işlemek istediği, yani kastı esasen iç dünyasına ilişkin bir problem olup her somut olayda değişiklik gösterebilir. Bu nedenle failin kastının tesbiti son derece zordur. Bu bağlamda failin dış dünyada meydana getirmiş olduğu değişikliklerden hareketle, gerek öğretide ve gerekse yargı kararlarında ortaya konulan kriterlerden yola çıkılarak failin kastı tespit edilecektir. Yukarıda yargı kararları ile izah edilmeye çalışıldığı üzere, hiçbir kriter sorunun çözümü bakımından tek başına yeterli değildir. Failin kastının tam olarak belirlenebilmesi için somut olayın tüm özellikleri kendi içerisinde irdelenmelidir. Failin kastının hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde tespit edildiği durumlarda sorun bulunmamakla birlikte falilin öldürme kastının bulunmadığına ilişkin herhangi bir şüphelin hâsıl olması halinde de bu şüphe, şüpheden sanık yararlanır ilkesi İN DUBİO PRO REO gereğince sanık lehine yorumlanmak suretiyle sanığın kastının yaralamaya ilişkin olduğu sonucuna ulaşılmalıdır. [1] Öldürmeye Teşebbüs İle Kasten Yaralama Mukayesesi ve Uygulama Sorunları, Prof. Dr. Ersan şen, Av. Ertekin Aksüt. [2] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun tarihli ve 2011/1-114 E., 2011/150 K. Yazar Av. Mehmet TAV Bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesi sırasında; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânının olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmalıdır. 15 Temmuz 2014 Salı 1411 YARGITAY Ceza Genel Kurulu E 2013/1-716 K2013/627 T Kasten Öldürmeye Teşebbüs Kasten Yaralama Suç Vasfı Kastın Belirlenmesi Özet Bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesi sırasında; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânının olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmalıdır. 5237 s. TCK m. 21/1, 35, 81, 86 Kasten öldürme suçuna teşebbüsten sanık Hasan'ın 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 81, 35/2, 29, 62, 53 ve 54. maddeleri gereğince 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye ve tutukluluk halinin devamına ilişkin, Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesince verilen gün ve 215 - 301 sayılı hükmün, sanık müdafii ve o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince gün ve 2553 - 6939 sayı ile; "...Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanık Hasan ile kardeşinin eşi mağdure Nafiye 'nin ahıra eşya koyma meselesi yüzünden tartıştıkları, mağdurun sanığa hakaret etmesi üzerine sanığın, bıçakla, mağdurun sol batın, baş, sol omuz, sol kol ve boyun bölgesine toplam 5 darbe vurduğu, batına nafiz bir adet yaralanmanın herhangi bir iç organ veya damar yaralanması meydana getirmeksizin yaşamsal tehlikeye neden olduğu, diğer yaraların ise basit tıbbı müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu olayda; Sanıkla mağdur arasında öldürmeyi gerektirir herhangi bir husumetin bulunmaması, mağdurdaki yaralardan yalnızca birinin iç organ ve damar harabiyeti meydana getirmeksizin yaşamsal tehlikeye yol açıp diğerlerinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması, sanığın yaralı halde kaçan mağduru yakalayıp eylemine devam etme imkanı varken devam etmemiş olduğunun anlaşılması karşısında eylemin kasten yaralama olarak nitelendirilmesi ve 5237 sayılı 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesi sırasında; suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zararın ağırlığı ve sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı göz önünde bulundurulup alt sınırdan ayrılarak ceza verilmesi gerekirken yazılı şekilde öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması suretiyle fazla ceza tayini" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkeme ise gün ve 368 - 433 sayı ile; "Olay tarihinden önce katılan Nafiye ve eşi ile sanık arasında hayvan konulacak yer ile ilgili anlaşmazlık olması, bu anlaşmazlığın sanık ve katılanın içinde bulunduğu sosyal çevre açısından husumet aşamasında olmasa da husumet başlangıç nedeni olabileceği, olay tarihinde bu nedenden dolayı katılan Nafiye'nin kayınpederi olan tanık Rafet'e ahıra eşya koymamalarını söylemesi, bundan sonra sanığın oraya gelerek hayvan konulacak yer ile ilgili bu konuda münakaşa ettikten ve sanığın aksi sabit olmayan bu nedenle kabul gören katılanın kendisine küfürlü konuşmasından sonra kesici, delici ve öldürücü özelliği olan bıçakla katılana saldırması, katılanın adli raporlarda belirtildiği şekilde öldürücü bölgelerini hedef alması, saçlı deride, boyunda, omuz arkasında, karın sol yanda batına nafiz olacak şekilde, sol kolda yaralanmaya neden olması, karın bölgesindeki yaralanmanın batına nafiz olması, bu yaranın tek başına katılanın yaşamını tehlikeye sokması, vücuttaki diğer bıçak darbe sayısı ve bu bıçak darbelerinin vücudun ölümcül bölgesinde olan baş, boyun ve omuz kısımlarında yer alması ve katılanın acil operasyona alınarak kurtarılması, katılanın can havli ile yaklaşık 100-150 metre koşması, olay yerinden kaçması, kaçtıktan sonra bayılması, yine sanığın suç kastını ortaya koyan sorgudaki savunmasında bıçağı kaç defa salladığımı bilmiyorum, yengemin neresine isabet ettiğini bilmiyorum, bıçak elimde iken gözüm kapalıydı, gözlerimi açtığımda babam ellerimden tutuyordu, ben ne yaptığımı bilmiyor, hatırlamıyorum/ şeklindeki savunmasında olayı öldürme kastı ile gerçekleştirdiği ve babasının engel olduğunu beyan etmesi, yaralanmaların bir bütün halinde katılanın yaşamını tehlikeye sokması, darbe sayısı ve yeri, katılanın acil operasyona alınarak kurtarılması, katılanın can havli ile olay yerinden kaçtıktan sonra bayılması hususları hep birlikte değerlendirildiğinde, yani özetle sanık ile katılan Nafiye arasında içinde bulundukları toplumsal yapı ve değer yargıları açısından anlaşmazlığın bulunması, sanığın kullandığı bıçağın öldürmeye elverişli vasıta niteliğinde olması ve bu bıçağın yukarıda açıklandığı üzere katılanın batın, baş, boyun ve omuz kısımlarına isabet edip, batın bölgesindeki darbenin yaşamı tehlikeye sokması, yani sanığın bıçak darbelerinin birden fazla olup, ölümcül bölgelere isabet etmesi, Yargıtay bozma ilamında her ne kadar sanığın eylemine devam etmediği bu nedenle öldürme kastı olmadığı belirtilmiş ise de katılanın bayan olması, sanığın sorgudaki savunmasından da anlaşılacağı üzere bıçağı gözlerini kapayarak birden fazla, sayısını hatırlamayacak kadar sallaması, o anda yani bıçak darbelerini katılan vurduğu anda öldürme kastının olmadığının kabul edilemeyeceği, yani kastın o an itibari ile mevcut olduğu, katılanın aldığı bıçak darbesi ile olay yerinden uzaklaşırken sanığın eylemini devam ettirmemesi şeklindeki devam ettirmemesinden dolayı eylemin yaralama kapsamında kalacağı değerlendirilmesi de yerinde olmadığı, zira zaten eylemi devam ettirse idi belki de olay katılanın ölümü ile sonuçlanacağı, Yine her ne kadar bozma ilamında katılanın vücuduna isabet eden yaşamı tehlikeye sokan yaralanmanın iç organ yada damar harabiyetine neden olmadığı ve diğer yaraların BTM ile giderilebilir şekilde olması nedeni ile eylemin yaralanma kastı ile yapıldığı belirtilmiş ise de mahkememizce bu değerlendirmede yerinde görülmemiştir, zira sanık gözleri kapalı bir şekilde birden fazla her biri ölümcül bölgeye nüfuz etmiş bıçakla katılana yönelik eylemini gerçekleştirmiştir. Bu bıçak darbelerinin batına nafiz olanı yaşamı tehlikeye soktuğu, vücut içerisine giren bir bıçağın artık vücudun iç kısmında bir organ harabiyetine yada damar harabiyetini doğurmaması tamamen katılan açısından şans niteliğinde olduğu, diğer ölümcül bölgedeki bıçak darbeleri yanında yaşamı tehlikeye sokan bir bıçak darbesinin vücut içerisindeki seyir şekline göre de öldürme kastının yokluğu sonucuna varılamayacağı" gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir. Bu hükmün de o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının "bozma" istekli gün ve 35099 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. Direnme hükmü, sanık müdafii tarafından tarihinde temyiz edilmiş ise de, sanığın cezaevinden gönderdiği günlü dilekçeyle temyizden vazgeçmiş olması nedeniyle temyiz incelemesi o yer Cumhuriyet savcısının istemi ile sınırlı olarak yapılmıştır. Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sabit kabul edilen eyleminin kasten yaralama suçunu mu, yoksa kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Olay yeri tespit tutanağına göre, yaralama olayının meydana geldiği yönündeki ihbar üzerine belirtilen adrese gidildiğinde, katılanın hastaneye kaldırılmış olduğu, suçta kullanılan bıçağın bulunamadığı, Muhafaza altına alma tutanağına göre, sanığın göstermesi üzerine ele geçirilen kahverengi, ahşap saplı, toplam 24,5 cm uzunluğundaki suç aleti bıçağın muhafaza altına alındığı, Katılan ile ilgili Çanakkale Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen tarihli raporda; "saçlı deride 2 cm'lik, boyun sol lateralde 2 cm'lik, sol omuz arkasında 3 cm'lik, karın sol yanda 2 cm'lik, sol kolda 2 cm'lik kesi görüldüğü, karındaki yaralanmanın batma nafiz olması nedeniyle batın içi organlarda patoloji saptanmadığı, batına nafiz olan bu yaralanmanın hayati tehlikeye neden olduğu diğer yaralanmaların her birinin yumuşak doku seyirli olup basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek nitelikte olduğu" bilgilerine yer verildiği, Katılan'ın aşamalardaki beyanında; sanığın kayınbiraderi olduğunu, kendilerine ait olan ahıra kayınbiraderi ve kayınpederinin eşya koymak istediklerini, olay günü bu konuya ilişkin kayınpederi ile konuştuğu sırada sanığın yanlarına gelerek üzerine yürüdüğünü, "ne diyorsun sen" diyerek boynuna, kafasına, karnına ve vücudunun değişik yerlerine bıçakla vurduğunu, can havli ile dışarı kaçtığını, bir süre sonra düşüp bayıldığını, kimseye hakaret etmediğini söylediği, Tanık Rafet'in aşamalarda; katılanın gelini, sanığın ise oğlu olduğunu, olay tarihinde kendilerine ait ahıra bir kısım ev eşyalarını koymak istediğini, katılanın ise hayvan alıp koyacaklarını söyleyerek karşı çıktığını ve hakaret ettiğini, bu sırada sanığın yanlarına geldiğini, katılanın sanığa da hakaret ettiğini, sanığın da sinirlenerek eve gittiğini, kendisinin katılanın yanından ayrıldığını, bağırma sesleri üzerine dışarı çıktığında katılanın yaralı olduğunu gördüğünü, arkasından 150 metre kadar gittiğini, katılan olduğu yere oturunca kendisinin taksi aramaya gittiğini ifade ettiği, Tanık Nazan'ın aşamalarda; çocuğunu okula götürürken katılanın yolun kenarında yatar vaziyette olduğunu gördüğünü, "bana yardım edin" demesi üzerine yanına gittiğini, daha sonra tanık Binnaz'a haber verdiğini, olayı görmediğini beyan ettiği, Tanık Binnaz'ın aşamalarda; Nazan'ın kendisine haber vermesi üzerine katılanın yanına gittiğini, ölü gibi yolda yattığını, gözünü, kirpiğini oynatınca canlı olduğunu anladığını, eve gidip karakolu aradığını, sonra bakkalı arayıp ambulans çağırmasını istediğini, ambulans gelince hastaneye götürdüklerini, katılanı gördüğünde etrafında hiç kimsenin olmadığını dile getirdiği, Sanığın aşamalardaki beyanında; olay günü evde bulunan eşyaları avluya çıkarmaya başladıkları sırada oturdukları yerin 10 metre yanında oturan ve yengesi olan katılanın, avluya gelip çıkardıkları eşyaları ahıra götürmemeleri gerektiğini söyleyince babasının da götüreceklerini ifade etmesi üzerine katılanın babasına hakaret ettiğini, kendisinin bu şekilde konuşmamasını söylediğini, bu kez de kendisine hakaret ettiğini, bu arada babasının gittiğini, yalnız kaldıklarını, yine kendisine hakaret ve tehditlerine devam edip üzerine gelince boğuşmaya başladıklarını, kendisini korumak amacıyla saçakta asılı olan bıçağı alarak yengesine rastgele salladığını, öldürme kastı ile hareket etmediğini, aralarında herhangi bir husumet olmadığını, bıçaklama olayından sonra babasının kolunu tuttuğunu hatırladığını, babası telefonla konuşurken olay yerinden kaçtığını, olaydan dolayı pişman olduğunu savunduğu, Anlaşılmaktadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun "Suça teşebbüs" başlıklı 35. maddesinde; "Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur" hükmü yer almaktadır. Buna göre suça teşebbüs, işlenmesi kastolunan bir suçun icrasına elverişli araçlarla başlanmasından sonra, elde olmayan nedenlerle suçun tamamlanamamasıdır. Maddenin açık hükmüne göre, icra hareketlerinin yarıda kalması ya da sonucun meydana gelmemesi failin iradesi dışındaki engel nedenlerden ileri gelmelidir. Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna sübjektif unsur denir. Failin gerçekleştirdiği davranış ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini belirleyebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçta da, işlenmek istenen suç tipindeki bütün unsurlar failce bilinmelidir. İçel Suç Teorisi, Kayıhan İçel, Füsun Sokullu-Akıncı, İzzet Özgenç, Adem Sözüer, Fatih S. Mahmutoğlu, Yener Ünver 2. Kitap, 2. Baskı, İstanbul, 2000, Bu husus, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun gün ve 101- 156 sayılı kararında da; "Teşebbüste aranan kast, icrasına başlanmış cürmü teşebbüs aşamasında bırakma kastı olmayıp, söz konusu suçu tamamlamaya yönelmiş kasttır" şeklinde açıklanmıştır. Kasten yaralama suçu ile kasten öldürme suçuna teşebbüs arasındaki ayırıcı kriter manevi unsurun farklılığına dayandığından, çözülmesi gereken konu sanığın kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğunun belirlenmesine ilişkindir. 5237 sayılı TCK'nın 21/1. maddesine göre, suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir. İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun gün ve 196-212, gün ve 226-229, gün ve 88-184 ile gün ve 248-82 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesi sırasında; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânının olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmaktadır. Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken kıstaslar farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak ele alınması gerekmektedir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Katılanın sanığın kardeşinin eşi olduğu, olay tarihinde ahıra eşya koyma meselesi yüzünden tartıştıkları, katılanın hakaret ederek üzerine yürümesi nedeniyle yaşanan boğuşma esnasında sanığın, hareketli ortamda bıçakla katılanın sol batın, baş, sol omuz, sol kol ve boyun bölgesine toplam 5 darbe vurduğu, batına nafiz bir adet yaralanmanın herhangi bir iç organ veya damar yaralanması meydana getirmeksizin hayati tehlikeye neden olduğu, diğer yaraların ise yumuşak doku seyirli olup basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, katılanın 100-150 metre kaçtıktan sonra düşüp bayıldığı, katılanın peşinden koşmayan sanığın olay yerinden kaçtığı şeklinde gerçekleşen olayda, sanıkla katılan arasında öldürmeyi gerektirir herhangi bir husumetin bulunmaması, suçta kullanılan bıçak öldürme eylemini gerçekleştirmeye elverişli olduğu halde, sanığın beş darbesinden yalnızca bir tanesinin iç organ ve damar harabiyeti meydana getirmeksizin hayati tehlikeye yol açıp, diğerlerinin ise basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması, sanığın yaralı halde kaçan katılanı yakalayıp eylemine devam etme imkânı varken devam etmemiş bulunması hususları birlikte göz önüne alındığında, sanığın eyleminin kasten yaralama olarak kabulü gerekmektedir. Bu itibarla, yerel mahkemenin direnme kararı yerinde olmadığından bozulmasına, bozma nedeni ve tutuklulukta geçen süreye göre de sanığın tahliyesine karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi; "sanığın eylemi kasten öldürme suçuna teşebbüs niteliğinde olduğundan yerel mahkeme hükmünün onanması gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır. Sonuç Açıklanan nedenlerle; 1- Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin gün ve 368-433 sayılı direnme hükmünün, sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA, 2- Bozma nedeni ve tutuklulukta geçen süre gözönüne alınarak sanık Hasan'ın TAHLİYESİNE, başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü değilse derhal salıverilmesinin temini için Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığına YAZI YAZILMASINA, 3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, günü yapılan müzakerede uyuşmazlık yönünden oyçokluğu, tahliye yönünden ise oybirliği ile karar verildi. Son Güncelleme 1614 haber 15193 false Üye Girişi

kasten adam öldürmeye teşebbüs af varmı