🎳 Müddessir Suresi 31 Ayet Tefsiri

Müddessir suresi, toplam 56 ayetten oluşur. Müddessir, örtünüp, bürünen demektir. Müddessir suresinin ana konusu Hz. Peygamberin tebliğ ve davetle görevlendirilmesi, müşriklerin ona B. 171. Ayet – Kalp, Göz ve Kulakların Mühürlenmesi Ne Demektir? Bakara Suresi 168-170. Ayetler – Hayvan Kesimi ve Deniz Ürünleri. Bakara Suresi 163-167. Ayetler – Allah İle İlişkiyi Koparmak. Bakara Suresi 159-162. Ayetler – Ayetleri Gizlemek Küfürdür. Bakara Suresi 158. Furkan Suresi 36. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri. 15 Haziran 2021 Kuran-ı kerim > Tefsir (Prof.Dr.Orhan Karmış - Sesli) > Müddessir suresi > Müddessir suresi 1.-31. âyetler Aradığınız kelime sarı renk ile işaretlenir. Yazı boyutu Hicr Suresi 31. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri. Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Ayet; mp3 ; Sayfada ; Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Resmi Kur'an-ı Kerim Sayfasıdır , Abdulbaki Gölpınarlı meali, Kuran Araştırmaları Vakfı & ayet nasıl okunur : Müddessir suresi - Al-Muddaththir aya 24 (The One Wrapped Up). BayraktarBayraklı. İNSÂN (DEHR) 76:31 - (29-31) Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Artık, dileyen Rabbine bir yol tutar. Zaten siz ancak Rabbinizin dilediğini dilersiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir; hikmet sahibidir. Allah, dileyeni rahmetine dahil eder. Zâlimlere gelince, onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır. MüddessirSuresi 31. Ayet - Biz, cehennem bekçilerini meleklerden başkası kılmadık. Onların sayısını, kâfirler için yalnızca bir fitne kıldık. Ta ki kendilerine Kitap verilenler yakinen inansınlar, iman edenlerin imanı artsın, kendisine Kitap verilenler ve iman edenler şüpheye düşmesin. MüddessirSüresi/VİDEO. Müddessir Suresi/Faziletleri :“Müddessir Sûresini her zaman okumayı alışkanlık hâline getiren kimseye Allahü teâlâ Mekke'de yaşıyan müminlerin sevâbı kadar sevâb ihsân eder.”. Tefsirler Muddessir Suresi/Elmalı Orijinal Muddessir Suresi/Elmalı. Müddessir Suresi/TEFSİR/Taberi [1] Taberi Tefsiri. İsminibirinci âyette geçen ve “örtüsüne bürünmüş” mânasına gelen اَلْمُدَّثِّرُ (müddessir) kelimesinden alır. Müshaf tertibine göre 74, iniş sırasına göre 4. sûredir. Müddessir Sûresi Konusu. Resûlullah (s.a.s.)’e, kalkıp insanları uyarması vazifesi verilir. Bunu yapabilmek için sahip olması Insansuresi 25 ayet İnsan Suresi Oku - İnsân Suresi Anlamı, Tefsiri, Türkçe vep. p. 41 min. (brooklyn blue) porn from website FUll movie. 41 min Brazzers - M Views -. p 31 min Brazzers - M Views -. 31 min. Brazzers - Big Tits at School - (Britney Amber, Xander Corvus) - Titty Film. MÜDDESSİR: 1 - Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)! 2 - Kalk artık uyar. Müddessir Suresi meali Cuma Ekim 17, 31 - Biz o ateşin muhafızlarını hep KVrv. Müddessir Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 56 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMüddessir”kelimesinden almıştır. Müddessir, tıpkı bir önceki sûrenin adıolan müzzemmil gibi, örtünüp bürünen demektir. Sûrede başlıca, Hz. Peygamberintebliğ ve davetle görevlendirilmesi, müşriklerin ona karşı çıkmasıve onların cehennemle uyarılması konu Suresi Arapça OkuMüddessir Suresi Arapça DinleMüddessir Suresi Türkçe OkuMüddessir Suresi Türkçe Meali OkuMüddessir Suresi Türkçe Meali DinleMüddessir Suresi KonusuMüddessir Suresi NuzülMüddessir Suresi FaziletiMüddessir Suresi Hakkında Sıkça Sorulan SorularMüddessir Suresi TefsiriMüddessir Suresi HakkındaMüddessir Suresi Arapça OkuMüddessir Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Arapça 1. Sayfaبِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِيَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ١قُمْ فَاَنْذِرْۙ٢وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ٣وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ٤وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْۙ٥وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُۙ٦وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْۜ٧فَاِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِۙ٨فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ٩عَلَى الْـكَافِر۪ينَ غَيْرُ يَس۪يرٍ١٠ذَرْن۪ي وَمَنْ خَلَقْتُ وَح۪يداًۙ١١وَجَعَلْتُ لَهُ مَالاً مَمْدُوداًۙ١٢وَبَن۪ينَ شُهُوداًۙ١٣وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْه۪يداًۙ١٤ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَز۪يدَۗ١٥كَلَّاۜ اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يداًۜ١٦سَاُرْهِقُهُ صَعُوداًۜ١٧Müddessir Suresi Arapça 2. Sayfaاِنَّهُ فَـكَّرَ وَقَدَّرَۙ١٨فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ١٩ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ٢٠ثُمَّ نَظَرَۙ٢١ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَۙ٢٢ثُمَّ اَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَۙ٢٣فَقَالَ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُۙ٢٤اِنْ هٰذَٓا اِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِۜ٢٥سَاُصْل۪يهِ سَقَرَ٢٦وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا سَقَرُۜ٢٧لَا تُبْق۪ي وَلَا تَذَرُۚ٢٨لَـوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِۚ٢٩عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَۜ٣٠وَمَا جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰٓئِكَةًۖ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَـفَرُواۙ لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَاناً وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَۙ وَلِيَقُولَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْـكَافِرُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَـهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَۜ وَمَا هِيَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْبَشَرِ۟٣١كَلَّا وَالْقَمَرِۙ٣٢وَالَّيْلِ اِذْ اَدْبَرَۙ٣٣وَالصُّبْحِ اِذَٓا اَسْفَرَۙ٣٤اِنَّهَا لَاِحْدَى الْـكُبَرِۙ٣٥نَذ۪يراً لِلْبَشَرِۙ٣٦لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَتَقَدَّمَ اَوْ يَتَاَخَّرَۜ٣٧كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَه۪ينَةٌۙ٣٨اِلَّٓا اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜۛ٣٩ف۪ي جَنَّاتٍۜۛ يَتَسَٓاءَلُونَۙ٤٠عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ٤١مَا سَلَـكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ٤٢قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ٤٣وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ٤٤وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ٤٥وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ٤٦حَتّٰٓى اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ٤٧Müddessir Suresi Arapça 3. Sayfaفَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ٤٨فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ٤٩كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ٥٠فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ٥١بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ٥٢كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ٥٣كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ٥٤فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ٥٥وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ٥٦Müddessir Suresi Arapça DinleMüddessir Suresi Arapça Dinle, Müddessir Suresi’ni Abdulbaset Abdussamed’den Arapça dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna Suresi Türkçe OkuMüddessir Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Türkçe 1. SayfaBismillahir rahmanir eyyuhel fe rabbeke fe siyabeke fe la temnun li rabbike iza nukıre fin zalike yevme izin yevmun kafirine gayru ve men halaktu ce’altu lehu malen benine mehhedtu lehu yatmau en innehu kane li ayatina urhikuhu Suresi Türkçe 2. Sayfaİnnehu fekkere ve kutile keyfe kutile keyfe abese ve edbere kale in haza illa sihrun yu’ haza illa kavlul uslihi ma edrake ma tubki ve la lil tis’ate ma cealna ashaben nari illa melaiketen ve ma cealna ıddetehum illa fitneten lillezine keferu li yesteykınellezine utul kitabe ve yezdadellezine amenu imanen ve la yertabellezine utul kitabe vel mu’minune, ve li yekulellezine fi kulubihim maradun vel kafirune maza eradallahu bi haza mesela, kezalike yudıllullahu men yeşau ve yehdi men yeşa, ve ma ya’lemu cunude rabbike illa hu, ve ma hiye illa zikra lil vel leyli iz subhı iza le ıhdel lil men şae minkum en yetekaddeme ev nefsin bima kesebet ashabel cennat, selekekum fi lem neku minel lem neku nut’ımul kunna nehudu maal kunna nukezzibu bi yevmid etanel Suresi Türkçe 3. SayfaFe ma tenfeuhum şefaatuş ma lehum anit tezkireti mu’ ennehum humurun min yuridu kullumriin minhum en yu’ta suhufen muneşşereh .Kella, bel la yuhafunel innehu men şae ma yezkurune illa en yeşaallah, huve ehlut takva ve ehlul Suresi Türkçe Meali OkuMüddessir Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Türkçe Meali 1. SayfaRahman ve Rahim olan Allah’ın sarılıp bürünen,kalk artık uyar,ve Rabbini artık büyükle,elbiseni artık temizle,pislikleri artık uzaklaştır,çoksunarak yaptığını çok görerek başa kakmave Rabbin rızası için sabret!Çünkü o boru Sur bir öttürüldü mü,işte o gün çok zorlu bir gündür,kafirlere hiç kolay değildir!Bana bırak temtek olarak yarattığım o herifi,kendisine uzun boylu servet verdim,göz önünde oğulları,hem kendisine bir döşeyiş döşedim şeref ve itibar verdim!Sonra o daha da arttırmamın hırsı içindedir!Hayır! O Bizim ayetlerimize karşı alabildiğine inatçı onu dimdik sarpa sardıracağım…Müddessir Suresi Türkçe Meali 2. SayfaÇünkü o bir düşündü, ölçtü nasıl ölçüp biçti!Sonra yine kahrolası nasıl ölçüp biçti!Sonra baktı,sonra kaşını çattı ve ekşiyerek surat ardına dönüp büyüklük tasladıBu, dedi, başka değil sadece ötedenberi nakledilegelen bir sihirdir,insan sözünden başka birşey değildir!”Onu Sekar’a ne olduğunu bilir misin?Ne bir parça kor, ne susamış bir susuzdur,Üzerinde ondokuz bekçi melek o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık, sayılarını da sadece inkarcılar için bir fitne vesilesi kıldık ki, kitap verilenler kesin inanç edinsin, inananların imanını arttırsın, kitap verilenlerle, müminler şüphelenmesin, kalplerinde hastalık bulunanlarla kafirler “Allah bununla mesela ne demek istiyor?” desin, işte böyle Allah, dilediğini şaşırtır, dilediğine de yola getirir. Rabbinin ordularını sadece kendisi bilir; ve o ancak düşünmek için insanlara bir hayır! O ay’a,döndüğü an o geceyeaçtığı sıra o sabaha andolsun ki,Sekar muhakkak büyüklerin belaların biridir,İnsanları ikaz etmek için;içinizden ileri gitmek veya geri kalmak isteyen kimseleri!Her nefis kazancına bağlıdır,ancak sağın adamları,Cennetlerdedir; soruşur dururlarsuçlulardan;Sizi Sekar’a sokan nedir? diye;Onlar derler “Biz namaz kılanlardan değildik,fakirlere yemek yedirmezdik,batakçılarla dalar giderdikve hesap gününe yalan derdik,bize o ölüm gelinceye kadar!”Müddessir Suresi Türkçe Meali 3. SayfaFakat o zaman şefaatçilerin şefaati fayda öğütten yüz çevirirlerken şimdi ne mazeretleri var?Sanki ürkmüş yaban eşekleri,arslandan kaçmaktalar!Yok! Onlardan her kişi kendisine ayrı sahifelerle tezkireler ihtarnameler dağıtılmasını Doğrusu ahiretten hayır! O muhakkak bir onu düşünür,Bununla beraber Allah dilemeyince, düşünmezler; koruyacak da O’dur, bağışlayacak da!Müddessir Suresi Türkçe Meali DinleMüddessir Suresi Türkçe Meali Dinle, Müddessir Suresi Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in Türkçe Mealini, Ahmet DENİZ’den dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna Suresi KonusuMüddessir Suresi konusu, Sûrede Hz. Peygamber’e, ilk vahyi aldığında yaşadığı heyecana rağmen dini tebliğ görevini yerine getirmesi, inkârcıları uyarması ve bu konuda karşılaşacağı sıkıntılara katlanması emredilmiştir. Kıyamet gününün sıkıntılarından söz edilmiş, Kur’an’a sihir ve beşer sözü diyerek onu reddeden müşriklerin yakıcı cehenneme sürüklenecekleri haber verilmiştir. Meleklerden ve kitap ehlinden, cehennemin görevlilerinden söz edilmiştir. Sûrede ayrıca inkârcıların cehenneme girmelerinin sebebi hakkında müminlerle aralarında geçen bir konuşmaya yer verilmiş ve inkârcıların haktan yüz çevirmelerinin sebepleri anlatılarak sûre sona Suresi NuzülMushaftaki sıralamada yetmiş dördüncü, iniş sırasına göre dördüncü sûredir. Müzzemmil sûresinden sonra, Fâtiha sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Müzzemmil sûresinden önce indiğini söyleyenler de vardır bk. İbn Âşûr, XXIX, 292.Müddessir Suresi FaziletiMüddessir Suresi fazileti,Müddessir Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Müddessir Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?Müddessir Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 574. sayfada başlar, 576. sayfada biter. Müddessir Suresi kaç ayettir?Müddessir Suresi, 56 ayetten oluşur. Müddessir Suresi hangi cüzde yer alır?Müddessir Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 29. cüzde yer alır. Müddessir Suresi kaç sayfadır?Müddessir Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 3 sayfa içinde yer Suresi TefsiriKur’an Yolu Tefsiri kitabından Müddessir Suresi Tefsiri Suresi 1-5. Ayet TefsiriHz. Peygamber Hira mağarasında vahiy meleğinin sesini işitip kendisini de görünce korkusundan titremeye başlamış, hemen ailesine gelerek “Beni örtün, beni örtün!” demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler ve serin su serpmişlerdi. Bunun ardından, “Ey örtüsüne bürünen!” hitabıyla başlayan Müddessir sûresinin ilk beş âyeti inmiştir Buhârî, “Tefsîr”, 74/1-5. Bununla birlikte “örtüsüne bürünen” ifadesine mecaz olarak “peygamberlik kisvesine bürünen, bu ağır görevi yüklenen” anlamları da verilmiştir Râzî, XXX, 190; Şevkânî, V, 373; İbn Âşûr, XXIX, 294.“Kalk, uyar” emri Muhammed aleyhisselâmın, peygamber olarak tevhid dinini ve Allah’ın mesajlarını insanlığa tebliğ etmekle görevlendirilişinin ilânıdır. Resûlullah efendimiz bu emri aldıktan sonra insanları tevhid dinine çağırmaya başlamış, son nefesine kadar da bu görevini sürdürmüştür. “Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir” emri, tevhid dininin en önemli unsuru olan “Allah’ın birliğine iman ve O’na kulluk” esasını ortaya koymaktadır. İslâm’ın bu temel ilkesinin hemen ardından gelen “Elbiseni temiz tut” emri ise Hz. Peygamber’in maddî olarak elbisesini necâset vb. pisliklerden temiz tutması, mânevî olarak da güzel ahlâkla bağdaşmayan davranışlardan ve günahlardan nefsini arındırması anlamında yorumlanmıştır Zemahşerî, IV, 180-181. Âyetteki siyâb elbise kelimesinin mecaz olarak kullanıldığını belirten ve bu kelimeye “amel, kalp, nefis, beden, aile, din, ahlâk” gibi farklı mânalar veren başka müfessirler de olmuştur bk. Şevkânî, V, 374. Buradaki temizlik maddî mânada alındığında “elbise” bir örnek olup genel olarak beden temizliğinin, kezâ ev bark, mâbed vb. özel veya ortak alanların temizliğinin de bu buyruğun kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. 5. âyette “Her türlü pislikten uzak dur” diye çevirdiğimiz cümle de dış temizlikten sonra inanç ve ahlâk temizliğini, iç arınmayı vurgulamaktadır. Sonuç olarak bu iki âyette, son derece veciz bir üslûpla, Hz. Peygamber’e ve onun şahsında müslümanlara hem maddî hem de mânevî temizlik emredilmiş olup, bu buyruğun daha ilk inen ve Hz. Peygamber’i risâlet görevine hazırlayan âyetlerde yer alması son derece anlamlıdır. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 5 Sayfa 494-495Müddessir Suresi 6-7. Ayet TefsiriMüfessirler 6. âyeti farklı anlamlarda yorumlamışlardır a Ey Peygamber! Sakın şerefli ve değerli peygamberlik vazifesinin külfet ve meşakkatini çok görme, bunlara gönül rızası ile katlan; b Karşılığında daha fazlasını bekleyerek iyilik etme. Şevkânî’ye göre yüce ahlâk sahibi peygamberin böyle bir davranışta bulunması ona haram kılınmıştır; ancak ümmeti için mubahtır bk. V, 374-375. c Fakir fukaraya yaptığın yardımı çok görme, fakirleşmekten korkmayan kimselerin verdiği gibi sen de çokça ver İbn Âşûr, XXIX, 298. 7. âyette Hz. Peygamber’in, insanlığı uyarma görevini yerine getirirken birçok sıkıntı ile karşı karşıya kalacağına işaret edilmiş ve Allah’ın rızâsını kazanmak için bu sıkıntılara sabretmesi emredilmiştir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 5 Sayfa 495Müddessir Suresi 8. Ayet TefsiriSûra üflendiği zaman; Kaynak Müddessir Suresi 9. Ayet Tefsiriİşte o gün zorlu bir gündür; Kaynak Müddessir Suresi 10. Ayet Tefsiriİnkârcılar için hiç de kolay olmayan bir gündür. Kaynak Müddessir Suresi 11-17. Ayet TefsiriMüfessirler bu âyetlerin Mekkeli müşrik Velîd b. Mugîre hakkında indiğini rivayet etmişlerdir Taberî, XXIX, 96; Şevkânî, V, 376. Velîd, Kureyş’in ileri gelenlerinden olup çok sayıda oğulları vardı ve oldukça zengindi; buna rağmen Allah’ın kendisine lutfettiği nimetlere şükredecek yerde hem Allah’a hem de peygambere karşı nankörlük etmiş, İslâm’ı boğmak isteyenlere öncülük edenlerden olmuştu. Allah Teâlâ’nın “Yarattığım şahsı tek başına bana bırak” meâlindeki buyruğu iki türlü yorumlanmıştır a Anasının karnında âciz ve tek başına bir durumda yarattığım o şahsı bana bırak, senin onunla ugraşmana gerek yok, ben onun cezasını veririm. b Onu tek başına benimle baş başa bırak; ben onun hakkından gelir ve gereken cezayı veririm bk. Şevkânî, V, 376. Âyet, Velîd b. Mugîre hakkında inmiş olsa da amacı genel olup şu mesajı vermektedir Nimete karşı şükretmek, nimet sahibine minnettar olmak en yalın ahlâkî ödevlerden biri, akıl ve adalet gereğidir. Sıradan birinin alelâde yardım ve iyiliğine bile minnettar olup teşekkür ederken varlığımızı, hayatımızı, sahip olduğumuz, yararlandığımız her türlü maddî ve mânevî nimet ve imkânları lutfeden Allah’a minnettar olmamak, şükretmemek, ibadet ve itaat etmemek büyük bir nankörlüktür; özellikle Allah’ın varlığını ve birliğini tanımamaktan da öte giderek inkâr, şirk ve zulüm hareketlerine öncülük etmek bütün nankörlüklerin ve haksızlıkların en ağırı, en vahimidir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 5 Sayfa 495-496Müddessir Suresi 18-30. Ayet TefsiriRivayete göre müşrikler Hz. Peygamber’e ve tebliğ ettiği Kur’an’a karşı nasıl bir tavır takınmaları gerektiğini Velîd b. Mugîre’ye sormuşlar, o da düşünüp taşındıktan sonra Hz. Peygamber’in bir sihirbaz, Kur’an’ın da önceki sihirbazlardan intikal eden bir sihir, bir beşer sözü olduğunu insanlar arasında yaymalarını tavsiye etmiştir. İşte 18-25. âyetlerde Velîd b. Mugîre örneğinde Kur’an’a karşı benzer şekilde inkârcı tutum sergileyenler kınanmış; 26-30. âyetlerde ise hak ettikleri uhrevî ceza özetlenmiştir. 26. âyette geçen “sekar” kelimesi ateşin isimlerinden olup cehennemin ağır cezalık kısımlarından birini ifade ettiği belirtilir bk. Şevkânî, V, 377. 27-28. âyetler ise sekar hakkında, “hiçbir şeye acımayan, içine atılanları yakan ve insanın derisini kavuran korkunç bir yer” şeklinde detaylar vermektedir. “İnsanları kavurur” diye çevirdiğimiz 29. âyete “insanlara görünür” şeklinde de mâna verilmiştir Zemahşerî, IV, 183. Aynı âyet, “Cehennem, orayı hak eden insana kendini gösteren bir tablo, bir aynadır” şeklinde de anlaşılabilir. Müfessirler, 30. âyetteki “on dokuz” sayısını “cehennemde görevlendirilmiş olan on dokuz melek; meleklerden on dokuz grup; on dokuz saf; her birinin emrinde bir grup melek bulunan on dokuz yönetici melek” şekillerinde yorumlamışlardır Zemahşerî, IV, 184; Şevkânî, V, 378; İbn Âşûr, XXIX, 298. Nitekim Tahrîm sûresinin 6. âyetinde de cehennemin başında iri cüsseli, sert tabiatlı ve Allah’ın emirlerini hemen uygulayan meleklerin bulunduğu bildirilmiştir. Râzî, insanın günah işleyip cehenneme girmesine sebep olan beden ve zihin güçlerini on dokuz olarak tesbit etmiş; cehennemde gözetim vazifesi yapan zebânîlerin sayısı ile bu güçler arasında bir ilginin bulunduğunu ifade etmiştir XXX, 203. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 5 Sayfa 496Müddessir Suresi 31. Ayet TefsiriBir önceki âyet indiğinde müşrikler, alay yollu sözlerle kendilerinin kalabalık bir topluluk olduğunu, dolayısıyla on dokuz bekçinin güç yetirip onları cehenneme atamayacağını söylemişlerdi. Ardından gelen bu âyetle cehennem işlerine bakmakla meleklerin görevlendirildiği bildirilerek onların meleklere güç yetirmelerinin mümkün olmadığına dikkat çekilmiştir. Aslında inkârcıların hepsi bir araya gelse bir meleğe bile güçleri yetmez. Âyette on dokuz sayısının verilmesi sadece bir imtihan vesilesi olarak gösterilmiştir. “Kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensinler” şeklinde çevirdiğimiz cümle bazı Ehl-i kitap mensuplarının, bu âyetlerde verilen bilgileri Tevrat ve İncil’in ruhuna uygun bulduklarını gösterir. Çünkü müşriklerin aksine, müslümanlar gibi yahudiler ve hıristiyanlar da âhirete iman ederler.“Kalplerinde hastalık bulunanlar”ın kimler olduğuna dair iki farklı görüş vardır a Bunlar münafıklardır; her ne kadar Mekke döneminde münafık yok idiyse de âyet ileride böyle bir grubun ortaya çıkacağını haber vermiştir. Nitekim Medine döneminde önemli bir münafıklar grubu vardı. b “Kalplerinde hastalık bulunanlar” Hz. Peygamber’e iman edip etmeme hususunda tereddütte kalan müşriklerdir Râzî, XXX, 207; Şevkânî, V, 380. Müşriklerin “Allah bu sayı misaliyle ne demek istemiş olabilir?” anlamındaki sorusunda geçen misalden maksat, cehennemin on dokuz görevlisiyle ilgili 30. âyetteki anlatımdır. Âyetteki mesel kelimesi, “haber, söz, bilgi” şeklinde de yorumlanmıştır. Müşrikler bu soruyla cehennemin on dokuz bekçisinin bulunduğunu söyleyen sözün vahiy olduğuna, yani Allah’ın böyle bir söz söyleyeceğine inanmadıklarını anlatmak istemişlerdir İbn Âşûr, XXIX, 317. Zira onlar Kur’an’a inanmadıkları için Kur’an’ın verdiği bilgiyi doğru sayarak bu bilgiye dayalı samimi soru sormaları da mümkün Teâlâ kitapları ve peygamberleri vasıtasıyla insanlara doğru yolu göstermiştir. O’nun irşad ve yardımlarından yararlananlar doğru yolu bularak kurtuluşa ererler; kendi iradeleriyle Allah’ın emrine karşı geldikleri ve nefislerine uydukları için Allah’ın irşad ve yardımından faydalanamayanlar da sapkınlıklarına devam ederek bedbaht olurlar. İşte böylece Allah dilediğini sapkınlıkta bırakır, dilediğine de doğru yolu gösterir bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/26.“Rabbinin orduları”ndan maksat genel anlamda Allah’ın iradesine teslim olup buyruklarını icra eden görünür ve görünmez varlıklar; özel olarak bu bağlamda cehennemdeki hizmetleri yerine getiren görevlilerdir. Âyette cehennemin bekçilerinin sayısı konusunda Hz. Peygamber’le alay edenlere cevap verilmekte, gayb âleminden olan meleklerin sayılarını, güçlerini ve diğer özelliklerini Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği ifade edilmektedir. “Rabbinin orduları” tamlaması aynı zamanda Hz. Peygamber’in şanının yüceliğine, bu ordulardan bir kısmının onun zaferi için yardımcı olacaklarına işaret eder. Âyetin son cümlesi, cehennem bekçileri, onların sayıları ve diğer anlatılanların tümünün insanlara Allah’ın gücünü hatırlatmak ve O’na itaat etmelerini sağlamak için bir öğüt ve nasihat olduğunu ifade etmektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 5 Sayfa 496-498Müddessir Suresi 32-37. Ayet TefsiriYüce Allah gece karanlığında dünyayı aydınlatan ay, aydınlanmak üzere olan gece, aydınlanıp ışığı her tarafa yayılmış olan sabah üzerine yemin ederek bir yandan bu tabii-ilâhî âyetlere, kanıtlara bir yandan da 36. âyetteki uyarıcının önemine dikkat çekerek inkârcıları ikaz etmiştir. 36. âyette insanlık için uyarıcı olduğu bildirilen şeyin “cehennem, Kur’an, peygamber” olduğu yönünde farklı görüşler vardır Şevkânî, V, 382. “İleri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler” diye çevirdiğimiz cümle ise “iman edip iyi işler yaparak Allah’a yaklaşmak isteyen veya imandan ve iyi amelden geri kalıp uyarılara kulak vermeyen kimseler” olarak yorumlanmıştır. Nitekim Kehf sûresinin 29. âyetinde de “Dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin” buyurulmuştur. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 5 Sayfa 499-500Müddessir Suresi 38-48. Ayet TefsiriBu kümedeki âyetlerde iman veya inkâr konusunda yapılan tercihin sonuçları anlatılmakta, kişinin tercihine göre cennetteki nimetlere kavuşacağı veya cehennemdeki azaba sürükleneceği bildirilmektedir. 38. âyetle her nefsin yaptıklarına karşılık rehin olarak tutulması, sorumluluğun ferdî olduğunu, her insanın dünyadaki iman ve itaatine göre hesap gününde ödül veya ceza alacağını, geleceğinin, yani kendini rehin olmaktan kurtarmanın buna bağlı olduğunu ifade eder. Kısacası insana ebedî kurtuluşu sağlayacak olan da onu ebedî felâkete götürecek olan da benimsediği inancın doğruluğu veya yanlışlığı, amellerinin ilâhî iradeye uygun veya aykırı oluşudur. İnancı bâtıl, ameli bozuk olanı en yakınları bile kurtaramaz; nitekim Hz. Nûh öz oğlunu, Hz. İbrâhim öz babasını kurtaramamıştır bk. Hûd 11/45-46; Tevbe 9/114. “Hakkın ve erdemin tarafında olanlar…” diye çevirdiğimiz ashâbü’lyemîn tamlamasındaki ashap “topluluk, arkadaşlar, taraftarlar”, yemîn ise hem “sağ taraf” hem de mecazî olarak “doğru, gerçek, güç” anlamlarında kullanılır. Bu deyimi kısaca “sağcılar” şeklinde çevirenler bulunmakla birlikte, “sağcılar” kelimesi günümüzde daha çok siyasal veya ideolojik anlamlar içeren bir terim olarak kullanıldığından bu çeviriyi Kur’an’ın kastettiği anlam ve amaca uygun bulmuyoruz. Zira ashâbü’l-yemîn Kur’an’da genellikle iman ve amelleriyle gerçeğin ve erdemin tarafında olanları ifade eder. Müfessirler bu deyimi, “âhirette amel defterleri sağ taraflarından verilenler, müminler, müslümanların çocukları, melekler, Hz. Âdem’in sağ tarafında bulunanlar, dünyada hayırlı işler yapanlar, dürüst, erdemli ve kutsanmış kimseler” gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır Râzî, XXX, 210; İbn Âşûr, XXIX, 325; Esed, III, 1208. Bize göre burada söz konusu olanlar, Allah’ın iradesine uygun bir inanç ve amel çizgisi benimseyip hayat boyunca bu çizgide sebat eden müminlerdir. Nitekim 43-47. âyetlerde sıralanan günahkârların özellikleri, bir bakıma ashâbül-yemîn deyimiyle ne kastedildiğine de işaret etmektedir. Buna göre ashâbül-yemîn hayatlarının sonuna kadar namazlarını kılar, yoksulu doyurur, bâtıla dalanlardan uzak durur, ceza gününe inanırlar. Buradaki namaz Allah’a iman ve itaati, yoksulu doyurma yaratılmışlara şefkat ve merhameti, imkânları olmayanlarla paylaşmayı; bâtıla dalanlardan uzak olma, daima hakka inanma, hak ölçülerine göre yaşama, hakkı ve haklıyı destekleme, haksızın karşısında olmayı; ceza gününe inanma ise hayatının bütün anlarında, her türlü karar, tercih ve eylemlerini Allah’ın huzurunda sorguya çekilip bunların tek tek hesabını vereceğini bilerek yaşamayı ifade eder. “Şefaatçilerin şefaati inkârcılara fayda vermez” meâlindeki cümle şefaatin varlığını göstermekte ve kıyamet gününde başkalarına şefaat edilebileceğini ima etmektedir şefaat hakkında bilgi için bk. Bakara 2/48, 255. Kaynak Müddessir Suresi 49-53. Ayet TefsiriBurada yapılan benzetme, inkârcıların peygamber ve onun mesajı karşısında gösterdikleri tepkinin normal bir insandan beklenmeyecek kadar bilinçsiz, ahmakça, kaba ve edep dışı olduğunu ortaya koymaktadır. Tefsirlerde anlatıldığına göre Ebû Cehil ve yandaşlarından bir grup Hz. Peygamber’e hitaben, “Allah’tan, her birimizin adına yazılmış olup sana tâbi olmamızı emreden bir kitap, bir belge getirmedikçe sana iman etmeyiz” demişlerdi. 52. âyet onların bu isteklerini dile getirmektedir Zemahşerî, IV, 188; İbn Âşûr, XXIX, 331. 53. âyete göre onların bu olumsuz tavırlarının asıl sebebi âhirete inanmamalarıdır. Çünkü âhirette herkes dünyada yapıp ettiklerinden dolayı sorguya çekilecektir. Şu halde bu inanç, hayatı bütünüyle sorumluluk bilinci içinde geçirmeyi gerektirir; inkârcılar ise günah kaygısı taşımadan, sorgu sual düşünmeden nefislerinin istediği şekilde yaşamaktan vazgeçmiyorlardı. İşte âyet onların İslâm ve peygamber karşısındaki inkâr ve inatlarının temelinde böyle bir sorumsuzluk psikolojisinin bulunduğunu göstermektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 5 Sayfa 501Müddessir Suresi 54-56. Ayet TefsiriÖğüt ve uyarı olduğu belirtilen şey Kur’an âyetleridir. 55. âyette samimiyet ve iyi niyetle öğüt almak, gerçeği bulmak isteyenlerin, aradıklarını Kur’an’da bulacakları bildirilmiştir. Kuşkusuz her şey Allah’ın dilemesine, izin ve imkân vermesine bağlıdır. Ama Allah iyilik dileyen için iyiliği, kötülük dileyen için de kötülüğü murat edip yaratmaktadır, uyguladığı kural uyarıcı olarak Kur’an’ın gönderildiğini ifade ettiği gibi başka kitap gönderilmeyeceğine, dünya ve âhiret mutluluğu için Kur’an’ın yeterli olduğuna da işaret etmektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 5 Sayfa 501Müddessir Suresi HakkındaAdını ilk âyette yer alan müddessir örtüsüne bürünen kelimesinden alır. Mekke döneminin ilk yıllarında nâzil olmuştur. Elli altı âyet olup fâsılası ا، د، ر، ن، ة، هـ harfleridir. Sûrenin ilk âyetleri, çoğunluk tarafından kabul edildiğine göre Alak sûresinin ilk beş âyetinden sonra inmiştir. Bu âyetlerde Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e, “Ey örtüsüne bürünen!” diye hitap ederek artık insanları uyarmak için harekete geçmesini, rabbinin büyüklüğünü tanımasını, elbisesini temiz tutmasını ve kötülüklerden sakınmasını emretmektedir. Bu âyetlerin nüzûl sebebiyle ilgili olarak Resûl-i Ekrem’in Mekke yollarının birinde yürürken bir ses duyduğu, fakat kimseyi görmediği, korkarak evine geldiği, bir köşeye çekilip, “Beni örtün” dediği, bunun üzerine ilk âyetlerin nâzil olduğu şeklindeki rivayetin yanı sıra Mâtürîdî, vr. 842a; Kurtubî, XIX, 59-60 müşriklerin kendisine “sihirbaz” demelerinden dolayı Resûlullah’ın üzüldüğü, evine girip örtüsüne büründüğü görüşü de mevcuttur Mâtürîdî, vr. 842a; Fahreddin er-Râzî, XXX, 190. İlk rivayetin sıhhatinde tereddüt gösteren Mâtürîdî’nin de belirttiği gibi Hz. Peygamber’e gelen vahyin, muhtevası anlaşılmayan bir sesten ibaret olması, ayrıca onun korkup bir örtüye bürünmesi yadırganan bir husustur. Bir önceki Müzzemmil sûresi de aynı mânadaki hitapla başlamaktadır. Bu iki sûrede yer alan “örtüsüne bürünen” nitelemesi Râzî’nin de kısmen işaret ettiği üzere mecazi mânada olmalıdır ve ilâhî hitabın asıl amacı muhtemelen, Hz. Muhammed’in nübüvvet ve risâlet görevinin gereği olarak artık tebliğ faaliyetine başlamasının istenmesidir. Kaynaklarda sebeb-i nüzûl diye gösterilen sihirbazlık ithamı ise muhtemel görünmemektedir. Çünkü müşriklerin bu iddiada bulunması için Kur’an metninden epeyce bir kısmın vahyedilmesi gerekir. Halbuki Müzzemmil ve Müddessir sûreleri ilk nâzil olan âyetlerden nazmı hem mâna ve muhtevası açısından yüksek edebî değere sahip bulunan Müddessir sûresinin temel konusunun muhataplarına sorumluluk duygusu telkin etmekten ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Yâsîn sûresinde de beyan edildiği gibi 36/6 ataları ilâhî bir tebliğle uyarılmayan Kur’an’ın ilk muhatapları güçlünün haklı olduğu düşüncesiyle hayatlarını sürdürmekte, toplumda kadınlara, köle, fakir ve kimsesiz zümrelere zalimce davranmakta sakınca görmemekteydi. Çünkü insanın yaptığı kötülüğün yanına kâr kalacağına, başka bir hayatın ve hesap gününün bulunmadığına inanıyorlardı. Müddessir sûresi, ilk ilâhî mesajlardan biri olarak dünyadaki davranışların karşılığının görüleceği ebedî hayatı vurgulu bir şekilde dile yedi emir içeren ilk yedi âyetinin muhatabı Resûlullah olup bunlarda yukarıda sıralananlar yanında insanlara yapacağı iyilikleri gözünde büyütüp başa kakmaması, davet ve tebliğ faaliyetlerinde karşılaşacağı güçlüklere rabbinin rızası için sabretmesi istenmektedir. Bu emir ve tavsiyeler Hz. Peygamber’in şahsında davet ve irşad görevi yapacak herkese yöneliktir. Âhiret sorumluluğu taşıması gereken her insanı hedef alan bundan sonraki âyetlerde kıyametin bir gün kopacağına temas edildikten sonra âyet 8-10 yetenekli, güçlü, zengin, fakat gerçeğe karşı inatçı ve kibirli bir tip tasvir edilmekte, böylesinin cehennemin maddî ve ruhî tahribatı büyük olan bölümüne sekar atılacağı bildirilmektedir âyet 11-30. Sözü edilen bu kişiyle Asr-ı saâdet döneminde Velîd b. Mugīre’nin kastedildiği belirtilmektedir Taberî, XXIX, 99. Daha sonra nefsânî arzuların baskısından kurtulmak için en güçlü uhrevî müeyyide olan cehennemden söz edilmekte ve inançsız her insanın dünyada yaptıklarının cezasını orada çekeceği belirtilmektedir âyet 31-38. Burada cehennem ehlinin dünyadaki kötü vasıfları şöyle haber verilmektedir Alnı secdeye varmamak, fakirleri doyurmamak, gaflet içinde bulunanlardan ayrılmamak ve nihayet bunların etkisiyle büyük hesap gününün vukuuna inanmamak âyet 39-47. Sûrenin son dokuz âyetinde ümit bağladıkları kişilerin ve putların bâtıl ehline âhirette hiçbir fayda sağlayamayacağı bildirildikten sonra böylelerinin bunca uyarılara rağmen öğüt kabul etmedikleri, âdeta her birine özel bir ilâhî mesajın gelmesini bekledikleri, ancak böyle bir şeyin mümkün olmadığı ifade edilmektedir. Bazı kaynaklarda Müddessir sûresinin faziletiyle ilgili olarak yer alan, “Allah Müddessir sûresini okuyan kimseye Mekke’de Muhammed’i tasdik eden ve yalanlayan kimselerin her biri sayısınca on sevap verir” meâlindeki hadisin meselâ bk. Zemahşerî, IV, 188; Beyzâvî, IV, 349 sahih olmadığı anlaşılmaktadır Muhammed et-Trablusî, II, 725.Müddessir sûresine dair yapılan çalışmalar arasında Abdülhamîd Mustafa İbrâhim’in Teǿemmülât belâġıyye fî sûreti’l-Müddeŝŝir Kahire 1987 ve Halûk Nurbâki’nin Kur’ân’ın Matematik Sırları İstanbul 1987, s. 7-49 isimli eserleriyle M. Cuypers’in “Structures rhétoriques de la sourate 74 al-Muddaththir” Luqmân, XIII/2 [1997], s. 37-74 ve Uri Rubin’in, “The Shrouded Messenger on the Interpretation of al-Muzzammil and al-Muddaththir” Jerusalem Studies in Arabic and Islam, XVI [1993], s. 96-107 başlıklı makaleleri el-İsfahânî, el-Müfredât, “dşr” md.; Lisânü’l-ǾArab, “sķr” md.; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXIX, 99; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 842a; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, Beyrut 1410/1990, s. 375-376; Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 188; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXX, 190; Kurtubî, el-CâmiǾ, XIX, 59-60; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, IV, 349; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr, Mekke 1408, II, Kâmil Yaşaroğlu We use cookies on our website to give you the most relevant experience by remembering your preferences and repeat visits. By clicking “Accept All”, you consent to the use of ALL the cookies. However, you may visit "Cookie Settings" to provide a controlled consent. Güncelleme Tarihi 12 Ağustos 2022 Cuma Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır. Orijinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir. AnaSayfam Yap Favorilere Ekle RSS Ziyaretçi Sayısı Hosted by İhlas Net Müddessir suresi, 56 ayettir ve Mekke döneminde inmiştir. Müddessir suresi iniş sırasına göre 4. suredir. Sûrede Hz. Peygamber’e, ilk vahyi aldığında yaşadığı heyecana rağmen dini tebliğ görevini yerine getirmesi, inkârcıları uyarması ve bu konuda karşılaşacağı sıkıntılara katlanması emredilmiştir. Kıyamet gününün sıkıntılarından söz edilmiş, Kur’an’a sihir ve beşer sözü diyerek onu reddeden müşriklerin yakıcı cehenneme sürüklenecekleri haber verilmiştir. Meleklerden ve kitap ehlinden, cehennemin görevlilerinden söz edilmiştir. Sûrede ayrıca inkârcıların cehenneme girmelerinin sebebi hakkında müminlerle aralarında geçen bir konuşmaya yer verilmiş ve inkârcıların haktan yüz çevirmelerinin sebepleri anlatılarak sûre sona SURESİ OKUNUŞU TÜRKÇE VE ARAPÇABismillahirrahmanirrahim. Ya eyyuhel muddessiru. Kum fenzir. Ve rabbake fekebbir. Ve sıyabeke fetahhır. Verrucze fehcür. Vela temnun testeksirü. Ve lirabbike fasbır. Fe iza nukıre fiynnaküri. Feza like yevmeizin yevmun asiyrün. Alel kafiriyne ğayru yesiyrin. Zernüy vemen halaktu ve hiyden. Vecealtu lehu malen memdüden. Ve beniyne şuhüden. Ve mehhedtü lehu temhiyden. Sümme yatmeu en eziyde. Kella innehü kane liayatina anıyden. Seurhikuhü sauden. İnnehü fekkere ve kaddere. Fekütile keyfe kaddere. Sümme kutile keyfe kaddere. Summe nezare. Summe abese ve besere. Sümme edbere vestek bere. Fekale in hazailla sıhrun yüseru İn haza illa kavlulbeşeri. Seusliyhi sekare. Vema edrake ma sekarü. La tubkıy vela tezeru. Levvahatun lilbeşeri. Aleyha tisate aşer. Vema ce'alna ashabennari illa melaiketen ve ma ce'alna 'ıddetehum illa fıtneten lillezıyne keferü liyestey kinelleziyne utülkitabe ve yez dadelleziyne amenü iymanen vela yertabellezine utülkitabe velmu minune veliyek ulelleziyne fiy kulübihim meredün velkafirunemaza eradallahu bihaza meselen kezalıke yudillullahü men yeşau vema ya lemu cünüde rabbike illa huveve ma hiye illa zikra lilbeşeri. Kelle velka meri. Velleyli iz edbede. Vessubhi iza esfare. İnneha leihdelkuberi. Neziren lilbeşeri. Limen şae minküm en yete kaddeme ev yeteahhare. Külli nefsin bima kesebet rehiynetün. İlla ashabel yemini. Fiy cennati yetesaelüne. Anilmucrimiyne. Ma selekeküm fiy sekare. Kalülem neku minelmusalline. Velem neku nuti mulmiskiyne. Ve kunna nehudu mealhaidine. Ve kuna nukezzibu biyevmiddini. Hatta etanel yekıynü. Fema tenfeühüm şefa atuşşafine. Fema lehum anittezkireti muridıne. Keennehum humurun musten firetun. Ferret min kasveretin. Bel yuriydü kullumriin minhüm en yu ta suhufen muneşşere ten. Kella bel la yehafunel ahirete. Kella inne hu tezkiretun. Fe men şae zekerehü. Vema yezkurune illa en yeşa allahu huve ehlut takva ve SURESİ TÜRKÇE MEALİ DİYANET MEALİRahmân ve Rahîm olan Allah'ın Ey bürünüp sarınan Resûlüm!2. Kalk, ve insanları Sadece Rabbini büyük Elbiseni tertemiz Kötü şeyleri Yaptığın iyiliği çok görerek başa Rabbinin rızasına ermek için O Sûr'a üfürüldüğü zaman var ya,9. İşte o gün zorlu bir Kâfirler için hiç de kolay Tek olarak yarattığım, kimseyi bana bırak,12. Kendisine geniş servet verdim,13. Göz önünde duran oğullar verdim, bir döşeyiş Üstelik o nimetlerimi daha da arttırmamı Asla ummasın! Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı alabildiğine Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım!18. Zira o, düşündü taşındı, ölçtü Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti!20. Sonra, canı çıkasıca tekrar ölçtü biçti; nasıl ölçtü biçtiyse!21. Sonra Sonra kaşlarını çattı, suratını En sonunda, kibirini yenemeyip sırt "Bu Kur'an dedi, olsa olsa sihirbazlardan öğrenilip nakledilen bir sihirdir."25. Bu, insan sözünden başka bir şey değil."26. Ben onu sekara cehenneme Sen biliyor musun sekar nedir?28. Hem bütün bedeni helâk eder, hiçbir şey bırakmaz, hem eski hale getirip tekrar azap etmekten vazgeçmez İnsanın derisini Üzerinde ondokuz muhafız melek Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkârcılar için sadece bir imtihan vesilesi yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, iman edenlerin imanını atrttırsın; hem kendilerine kitap verilenler hem müminler şüpheye düşmesinler, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de "Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?" desinler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Bu ise, insanlık için ancak bir Hayır hayır öğüt almazlar. Aya andolsun ki,33. Dönüp gitmekte olan geceye,34. Ağarmakta olan sabaha andolsun ki,35. O cehennem, büyük musibetlerden İnsanlık için, Sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için uyarıcıdır .38. Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir;39. Ancak sağdakiler Onlar cennetler içinde Günahkârların durumunu42. "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" diye43. Onlar şöyle cevap verirler Biz namaz kılanlardan değildik,44. Yoksulu doyurmuyorduk,45. Bâtıla dalanlarla birlikte dalıyorduk,46. Ceza gününü de yalan sayıyorduk,47. Sonunda bize ölüm geldi Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda Böyle iken onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar?50. Kaçan yaban eşekleri gibi,51. Âdeta arslandan Daha doğrusu onlardan her biri, kendisine, önünde açılmış sahifeler ilâhî vahiy verilmesini Hayır! Aslında onlar ahiretten Asla düşündükleri gibi değil! Bilsinler ki bu, gerçekten bir ikazdır!55. Dileyen ondan düşünüp öğüt Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt alamazlar. Sakınılmaya lâyık olan da O'dur, mağfiret sahibi de O'dur. MÜDDESSİR SURESİ TEFSİRİ, FAZİLETİ VE ANLAMIMÜDDESSİR SURESİ TEFSİRİMüddessir suresinde Hz. Peygamber'e ilk vahiy gittiğinde yaşadığı heyecana rağmen dini tebliğ olan görevleri yerine getirmesi ve inkarcıları ciddi bir şekilde uyarması, bu konuda karşılaşacağı her sıkıntıya da katlanması emredilmiştir. Kıyamet gününün sıkıntılarına da Müddessir suresinde yer verilmiş ve Kur'an-ı Kerim'i reddeden tüm müşriklerin de cehenneme sürülecekleri rivayet edilmiştir. Meleklerden, kitap ehlinde, cehennem görevlilerinden de Müddessir suresinde açık bir şekilde bahsedilmiştir. Surede aynı zamanda cehenneme girme sebepleri ve bu sebeplerin geçerlilikleri hakkında bir konuşmaya da yer ile inkarcılar arasında geçen konuşmalar ile bu durumun olağanlığı anlatılmıştır. Bazı kaynaklarda ise Allah'ın Müddessir suresini okuyan kişilere on sevap vereceği şeklinden rivayetler bulunur. Müddessir suresinde 19 sayısına dair bazı ifadeler ve aynı zamanda Kur'an-ı Kerim'in de mucizelerine yer verilmiştir. Namaz konusunun işlendiği ender sureler arasında yer alan Müddessir suresinde Allah'ın kullarına verdiği emirler ile ibadetlere de yer verilmiştir. Müddessir suresinden önce Alak suresi, Kalem suresi ve Müzzemmil suresi indirilmiştir. Buna göre Müddessir suresi dördüncü sırada yer alan bir suredir. Müddessir suresinde yapılması gereken ibadetlere ve insanların uymaları gereken kurallara da açık bir şekilde yer SURESİ FAZİLETİBazı kaynaklarda Müddessir sûresinin faziletiyle ilgili olarak yer alan, “Allah Müddessir sûresini okuyan kimseye Mekke’de Muhammed’i tasdik eden ve yalanlayan kimselerin her biri sayısınca on sevap verir” meâlindeki hadisin meselâ bk. Zemahşerî, IV, 188; Beyzâvî, IV, 349 sahih olmadığı anlaşılmaktadır Muhammed et-Trablusî, II, 725.MÜDDESSİR SURESİ KONUSUSurede Hz. Peygamber’e, ilk vahyi aldığında yaşadığı heyecana rağmen dini tebliğ görevini yerine getirmesi, inkârcıları uyarması ve bu konuda karşılaşacağı sıkıntılara katlanması emredilmiştir. Kıyamet gününün sıkıntılarından söz edilmiş, Kur’an’a sihir ve beşer sözü diyerek onu reddeden müşriklerin yakıcı cehenneme sürüklenecekleri haber verilmiştir. Meleklerden ve kitap ehlinden, cehennemin görevlilerinden söz edilmiştir. Sûrede ayrıca inkârcıların cehenneme girmelerinin sebebi hakkında müminlerle aralarında geçen bir konuşmaya yer verilmiş ve inkârcıların haktan yüz çevirmelerinin sebepleri anlatılarak sûre sona ermiştir. “38. Her nefis, kazandığının karşılığında tutukludur. 39. Ancak sağın adamları defterini sağ tarafından alanlar hariç. 40-42. Onlar cennetlerdeyken, Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?’ diye suçluların durumundan soracaklar. 43-47. Suçlular ise şöyle cevap vereceklerdir Biz, salât edenlerden değildik. Yoksulu da doyurmazdık. Bâtıla dalanlarla birlikte biz de boş şeylerle meşgul olurduk. Dahası, Hesap Günü’nü de yalanlardık. Sonunda hakikati ortaya çıkartan ölüm bize gelip çattı.’ 48. Bekledikleri şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermeyecektir.” Sûrenin bu âyet grubunda öncekilerle de uyumlu olacak şekilde, inkârcı ve alaycı kişilerin mahşerdeki perişan durumları ele alınmakta, kendilerine sorulacak bazı sorular ve onların vereceği cevaplar ile yapacakları itiraflara yer verilmektedir. a Mahşerdeki Rehinlik ve Bundan Kurtulanlar Yüce Allah, özellikle inkârcılara gözdağı vermek üzere, mahşerde bir tutukluluk halinin bulunacağını gündeme getirmekte ve bu halden kurtulanların olacağını haber vermektedir. ı. İnsanlar Kazandıklarına Karşılık Rehin Olacaktır كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَه۪ينَةٌۙ “Her nefis, kazandığının edindiğinin karşılığında tutukludur.” Âyetteki نَفْسٍ nefs kelimesi “can, insan”, كَسَبَتْ kesebet fiili “kazanmak, elde etmek”, رَه۪ينَةٌۙ rahîneh sözcüğü ise “tutuklu, rehin” demektir. a Enâm 6/70’de de yer aldığı üzere, dünya hayatına dalarak eğlenceyi ve geçici zevklerini din haline getirenler dünyadaki amellerinin karşılığında bir çeşit rehinlik yaşayacaklardır. Kazandıkları şeyler ve sahip oldukları inkâr, onların kötü sonlarını belirlemede etkili ve belirleyici olacaktır. Tûr 52/21’deki ifadeye göre, âhiretteki rehinlik, mutlak anlamda olumsuz bir yapı arz etmemektedir. Çünkü o âyette, imanlı atalarını imanla takip edenlerin onlarla mahşerde buluşturulacağı ve amellerinde hiçbir eksiltilmenin yaşanmayacağı belirtilerek, her insanın âkıbetinin kendi kazandığına bağlı olduğu beyan edilmektedir. Anlaşılan o ki, Yüce Allah insanı âdeta kendisine borç vermiştir. İnsan bu borç karşılığında rehindir, ancak kulluk ve fedakârlık yaparak kendisini kurtaracaktır.[1] b Bir sonraki âyette yer alan istisna cümlesi, burada sözü edilen tutukluluk halinin olumsuz bir şekilde gerçekleşeceğini ve bir anlamda ceza oluşturacağını ortaya koymaktadır. Durum böyle olunca, özellikle yorumunu yapmakta olduğumuz âyetteki كُلُّ نَفْسٍ küllü nefs “her nefis” tamlamasının “her kâfir kişi” anlamına geldiğini söylemekte bir sakınca yoktur. Çünkü sonraki âyetteki istisna cümlesi “amel defterini sağ taraftan alanları” içermekte, dolayısıyla geriye söz konusu defteri “sol taraftan” alanlar kalmaktadır ki onlar da zaten inkârcılardır. c Âyetteki كُلُّ نَفْسٍ küllü nefs “her nefis” tamlaması, aslında “her can” anlamına gelse de Tûr 52/21’deki كُلُّ امْرِئٍ küllümriin tamlaması, maksadın “her insan, fert, kişi” olduğunu ortaya koymaktadır. Âyetlerin birbirini açıklama özelliği nedeniyle, bazı yerlerde farklı kelimeler kullanılmış olsa da verilmek istenen mesajı anlatmakta sıkıntı yaşanmamaktadır. d Bu âyette çok önemli bir hususa daha dikkat çekildiği kanaatindeyiz. Sûrenin 36 ve 37. âyetlerinde insan iradesine göndermede bulunulmuş ve yapılan uyarılardan isteyenlerin öğüt alacağı beyan edilmişti. Bu mesajlara uygun olarak, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette de aynı şekilde kişilerin mahşerdeki konumlarını dünya hayatındaki kendi kazanımlarının belirleyeceği ifade edilmiş olmaktadır. بِمَا كَسَبَتْ bimâ kesebet “insanın kazandığı/edindiği şey” ifadesi, kişinin dünya hayatındaki tercihleridir, kesbettiği şeylerdir, yani hem kalbiyle onaylayıp karar verdiği, hem de bu doğrultuda bedeniyle uyguladığı şeylerdir. Burada insan iradesine yapılan vurgu, âyetteki devrik yapıdan da açıkça anlaşılmaktadır. Cümlenin sonundaki رَه۪ينَةٌۙ rahîne kelimesi normal olarak بِمَا كَسَبَتْ bimâ kesebet ifadesinden önce gelmeliydi. Ancak mesaja vurgu katmak için bu diziliş tercih edilmiş ve sorumluluğun kişinin kendi kazanımları sonucunda şekilleneceği beyan edilmiştir. Yorumunu yapmakta olduğumuz bu âyette sözü edilen konu mahşerle ilgilidir ve burada, insanların dünya hayatında kazandıklarına karşılık âhirette bir tutukluluk halinin gerçekleşeceği beyan edilmektedir. Âyet, kişilerin sorgulanmadan bırakılmayacağı, herkesin mutlak surette yargılanacağı mesajını vermeyi amaçlamaktadır. Amel defterini sağ taraftan alanlar kurtulacak; diğerleri ise hak ettikleri azapla buluşturulacaklardır. ıı. Ashâbü’l-Yemîn Tutuklu Olmayacaktır اِلَّآ اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜ “Ancak sağın adamları defterini sağ tarafından alanlar hariç.” Âyetteki اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜ ashâbü’l-yemîn tamlaması, “sağın adamları, yeminin sahipleri, amel defteri kendilerine sağ taraftan verilenler” demektir. Önceki âyette yer alan ve mahşerdeki tutukluluk halini haber veren mesajın bütün insanlık için olumsuz anlamda gerçekleşmeyeceği, bazı insanların bunun dışında bırakılacağı işte bu âyette dile getirilmektedir. İstisna edilenlerin daha az, diğerlerinin daha fazla olacağından hareketle, büyük çoğunluğun bu tutukluluk halini yaşayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kurtulanlar “sağın adamları” olacaktır. Ashâbü’l-Yemîn “Sağın Adamları” İfadesi Ne Demektir? Beled 90/18’de de geniş bir şekilde ele aldığımız üzere, Kur’ân’da cennet ödülleri veya cehennem azabı konularının işlendiği yerlerde kullanılan tabirlerden biri de “sağın adamları” ifadesidir. Bu ne anlama gelmektedir? اَصْحَاب الْيَم۪ينِۜ ashâbü’l-yemîn tamlamasına, “iyiler”[2] veya “dürüstlüğe ve erdemliliğe erişmiş olanlar”[3] anlamı da verilebilir. Âyetteki الْيَم۪ينِۜ el-yemîn kelimesinin asıl anlamından hareketle şu hatırlatmaların yapılması gereklidir a Genel olarak “yemin” veya “organ” demek olan el-yemîn/el-eymân kelimeleri, “sağ el”,[4] “sağ taraf”,[5] “kuvvet”,[6] “yemin”,[7] “ahit”,[8] “güvenilen yan, kişinin şüphelenmeyeceği taraf”[9] anlamlarına geldiği gibi, ayrıca مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ mâ meleket eymânuküm şeklinde kullanıldığında mecâzî bir anlam kazanır ve sağ ellerin sahipliği “kişinin sahip olması” manasını verir.[10] b Bizim “sağ el” anlamını verdiğimiz âyetlerdeki el-yemîn kelimelerine “cennet” anlamı da verilmiştir.[11] Ancak biz bu kullanımların “sağ el” anlamına geldiğini, buradaki sağ elin, âhiret şartlarına göre de olsa, yine vücudun sağ tarafıyla ilgili bir organ olacağını, bu nedenle ifadelerin “sağ taraf” anlamına alınması gerektiği kanaatindeyiz.[12] c Yorumunu yaptığımız Müddessir 74/39 ve Beled 90/18’de de olduğu gibi, ashâbü’l-yemîn veya ashâbü’l-meymeneh ifadeleri “âhirette amel defterini sağ taraftan alanlar” demektir. İsrâ 17/71, Hâkka 69/19 ve İnşikaak 84/7’de konu açıkça “kitabı/amel defteri veya karnesi kendisine sağ tarafından verilenler” şeklinde geçmektedir. Vâkıa 56/27’deki tamlama ile Müddessir 74/39’daki ifade ashâbü’l-yemîn şeklinde yine aynı anlamda kullanılmaktadır. Âyetlerin birbirini anlam olarak desteklemesi ve tamamlaması açısından bakıldığında bunun böyle olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. d Söz konusu tamlamalar “âhirette amel defterini sağ taraftan alanlar” şeklinde anlamlandırıldığı gibi, “dünyadayken Yüce Allah’a verdikleri kul olma yeminine sadık kalanlar” anlamında da kabul edilebilir. Bu anlam, kişinin yaratılışına uygun olarak, fıtratının gereği ve yaratılırken organlara Yüce Allah’ın programladığı ilâhî kodlamaya uygun bir şekilde zımnen yapıldığı kabul edilen bir yemini de hatırlatabilir. Dünya hayatında “Hakk’a kul olma yemini”ne sadık kalanlar ve bu doğrultuda hayat yaşayanlar, âhirette bu sadakatlerinin karşılığı olarak cennetle ödüllendirileceklerdir. Yorumunu yapmakta olduğumuz âyette kastedilenlerin çocuklar olduğu ve inkârcıların cehenneme girme nedenlerinin neler olduğunu bilmedikleri için bunu onlara soracakları ifade edilmektedir.[13] İlk etapta doğru gibi görünen bu yaklaşım, “amel defterinin sağ taraftan verilmesi” ifadesiyle çelişmektedir. Çünkü çocuklara amel defteri verilmeyeceği için bu yaklaşım ikna edici değildir. Enbiyâ 21/101-102’de ifade edildiğine göre, haklarında olumlu karar verilenler azaptan uzak tutulacaklar, hatta cehennemin uğultusunu dahi işitmeyeceklerdir. Mahşerdeki tutuklamadan etkilenmeyecek kişiler mutlaka olacaktır. İşte yorumunu yapmakta olduğumuz âyet bunun haberini vermektedir. ııı. Müminler Suçluların Durumunu Soracaklar ف۪ي جَنَّاتٍۜۛ يَتَسَآءَلُونَۙ عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ “Onlar cennetlerdeyken, suçluların durumundan soracaklar.” Âyetteki جَنَّاتٍۜ cennât kelimesi “cennetler, bahçeler”, يَتَسَآءَلُونَۙ yetesâelûne fiili “soruşturmak”, الْمُجْرِم۪ينَۙ el-mücrimîn kelimesi ise “suçlular” demektir. Yorumunu yapmakta olduğumuz 40 ve 41. âyetlerde, 39. âyette yer alan ve tutukluluktan istisna edilen ashâbü’l-yemînin durumuna dair bilgiler verilmektedir. Önce, onların tutukluluktan uzak halleri gereği nerede bulunacakları, ardından ne yapacakları konusu ele alınmaktadır. Kur’ân’da “konuların zıddıyla anlatılması usulü” takip edilmektedir ki buna “mesânîlik” adı verilmektedir. İyiler-kötüler, hak-bâtıl, müminler-kâfirler, cennet-cehennem, aydınlık-karanlık, dünya hayatı-âhiret hayatı, ödül-azap gibi kavramlar büyük çoğunlukla peş peşe ele alınır ki, muhataplar bir konuyu okurken zıddını da bilmiş olsunlar. Bu metot, konuların etraflıca kavranabilmesinde çok önemli bir anlatım biçimidir. Kur’ân’ın ifade üsluplarından olan bu metot gereği, sûrenin önceki bölümlerinde alaycı inkârcılar ve gidecekleri cehennem azabı ele alındıktan sonra, şimdi de kul olma yeminine sadık kalanlar ve alacakları ödüller dile getirilmektedir. a Âyetteki ف۪ي جَنَّاتٍۜ fî cennât ifadesi, onların cennetlerde, yani nimet yurtlarında bulunacaklarını ortaya koymaktadır. Buradan hareketle tutukluların böyle bir sonu elde edemeyeceklerini ve yerlerinin cehennem olacağını söyleyebiliriz. Nitekim sûrenin 26. âyetinde, inkârcıların gideceği yer Sekar cehennemi olarak ilan edilmekte ve barınak veya sığınaklarının! da azap olacağı bildirilmektedir.[14] Cennet/Cennât Kelimesinin Anlamı Cennât kelimesi, c-n-n kökünden gelen cennet sözcüğünün çoğuludur. Bu kelime, “örtülü, saklı yer, bahçe” anlamlarına gelmektedir. Aklı örtülü olduğu için delilere mecnûn denilir. Görünmedikleri için, saklı varlıkların bir bölümüne cinn adı verilmektedir. Ana rahminde saklı ve korunaklı olduğu için insan embriyosuna da cenîn/ecinne denmektedir. Kelimenin “bahçe” anlamı da, diğer anlamlarla yakından ilgilidir; çünkü ağaçlar, yapraklar, çiçekler ve meyveler toprağı örttükleri ve toprak âdeta saklı bir halde yukarıdan görünmediği için bahçeye de cennet adı verilmektedir. Müminlere vaad edilen “cennetler” de benzer şekilde bahçeler anlamıyla aynı temele sahiptir ve mahşerdeki cennetlerin yapısı muhtemelen dünyadaki bahçelere benzer şekilde gerçekleştirilecektir. Elbette buradakilerden çok daha güzel ve durulmaya değer bir mahiyette hazırlanmış olacaklardır. İşte âhirette amel defterleri kendilerine sağ taraflarından verilecek kişiler bu cennetlerde ağırlanacaklardır, âyette bildirilen husus budur. b Cennet ödülleriyle buluşturulacak müminler orada boş durmayacaklar ve çeşitli meşguliyetlere sahip olacaklar, ancak bu meşguliyetten dolayı yorulmayacak ve bıkkınlık içerisine girmeyeceklerdir. Bu konuda Hıcr 15/48, Fâtır 35/35 ve Yâsîn 36/55’te çeşitli bilgiler yer almaktadır. Ğâşiye 88/8-10’da geniş bir şekilde açıkladığımız üzere, cennetlikler orada sahip olacakları işlerden mutlu ve memnun olacaklardır. Cennetliklerin meşguliyetlerinden birisi de, yorumunu yapmakta olduğumuz âyetlerde şu şekilde yer almaktadır يَتَسَآءَلُونَۙ عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ “Onlar cennetlerdeyken suçluların durumundan sorarlar.” Bu cümlenin iki şekilde tercümesi yapılabilir İlki, mealde tercih ettiğimiz tercümedir. Buna göre, soruyu soranlar da, soru kendilerine sorulanlar da cennetlikler olarak kabul edilebilir. Zemahşerî’nin dediği gibi, kendilerine soru sorulan müminler, daha önce bu soruyu suçlulara sormuş olanlardır. Şöyle denmek isteniyordur “Biz, onlara Sizi ateşe sokan sebep nedir’ diye sormuştuk.” Râzî, bu tercihe başka bir açıdan daha yaklaşmakta ve suçluları henüz görmedikleri için, soruyu müminlerin birbirlerine soracaklarını ifade etmektedir. Daha sonra cehennemlikleri azabın içerisinde gördüklerinde ise, devam eden soruyu onlara yöneltmiş olacaklarını beyan etmektedir. Her iki izah tarzı da doğrudur ve kabul edilebilir bir mantığa sahiptir. İkinci olarak, bu ifadeye “Onlar cennetlerdeyken suçluların durumunu sorarlar” anlamı da verilebilir. Bu durumda الْمُجْرِم۪ينَۙ el-mücrimîn kelimesinin başındaki عَنِ an edatı “zâid”, yani anlama doğrudan katkısı olmayan bir edat olarak kabul edilmiş olur. Cennetliklerin, azapta olan suçluları orada görünce durumlarını soracakları böylece ifade edilmiş olmaktadır. Mücrim Ne Demektir? Mücrim kelimesi, c-r-m kökünden türetilen bir isimdir ve özet olarak “günah, cürüm veya suç işlemek” anlamına gelmektedir. الْمُجْرِم۪ينَۙ el-mücrimîn, “suç işlemeyi hayat tarzına dönüştüren veya suçu savunan kişiler” demektir. Mücrimlerin Özellikleri Nelerdir? Kelime anlamında da belirttiğimiz gibi, bunlar sürekli günah veya suç işleyenlerdir. Kur’ân’da zikredildiğine göre mücrimler “af kapsamı dışında bırakılmışlardır.”[15] Bu insanlar, “yüzü korkudan ve dehşetten dolayı moraranlar, körleşenler” şeklinde tanıtılmakta ve azabın muhatapları olarak sunulmaktadırlar.[16] Bunların, “başları eğik ve mahcup bir şekilde diriltilecekleri”[17] ve “kendilerinden intikam alınmasını gerektirecek şekilde suç işleyenler oldukları” anlaşılmaktadır.[18] Ayrıca mücrimlerin, “azabın içerisinde çok uzun süre kalacakları”,[19] çünkü “Müslüman olmayı değil, teslim olmamayı tercih ettikleri” belirtilmektedir.[20] Yani bir anlamda mücrimlik, günahtan kaçınmak için Allah’a teslim olmayı değil, günah işlemek için teslimiyetten kaçınmayı ifade etmektedir.[21] Mücrimler, şımarık Kaarûn özelinde “suçlular” şeklinde tanıtılmakta, bunlar için mahşerde günahları nedeniyle sorgulama ihtiyacı bile hissedilmeyeceği beyan edilmektedir.[22] Öyle anlaşılıyor ki bunlar, insanların en azgınları arasında yer almaktadırlar. Nitekim günahları nedeniyle sorgulanmayacak bu kişilerin, simalarından tanınacakları ifade edilmektedir.[23] Toplumda mücrimler, bozgunculuk yapan liderler ve kendini aldatanlar,[24] cinsel sapkınlık yapanlar,[25] hakkı istemeyenler,[26] Allah’a karşı yalan iftira edenler,[27] insanlara inanç özgürlüğü tanımayanlar[28] ve insanları yoldan saptıranlardır.[29] İnanç ve inananlar bağlamında düşündüğümüzde bunlar müminlere gülen, onların yanına gittiklerinde onlarla alay eden, bu alaycılık sonrasında kafadarlarının yanına keyifle ve eğlenerek dönen, inananları gördüklerinde onlara sapıklık ithamında bulunan kimselerdir.[30] İşte bütün bu anlattıklarımız ışığında, Yüce Allah’ın çizdiği bu tabloya bakarak, mücrimlerin ilk insan neslinden kıyâmete kadar var olacağı ve hepsinin aynı muameleye tâbi tutulacağı anlaşılmaktadır. Onların mahşerdeki durumlarının nasıl olacağı sorusu orada kendilerine mutlak surette sorulacak ve kendi ağızlarından suçlarını itiraf edeceklerdir. İşte takip eden âyetlerde bu konu ele alınmaktadır. ıv. Cehenneme Sürükleyen Sebep Nedir? مَا سَلَكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ “Müminler, cehennemliklere Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?’ diye soracaklardır.” Âyetteki سَلَكَ seleke fiili “sokmak, sürüklemek, sebep olmak”, سَقَرَ sekar kelimesi ise “kavurucu ateş, cehennem ateşi” demektir. Âyetteki سَلَكَ seleke fiilinin mâzî, yani “geçmiş zaman” kalıbı ile getirilme sebebi, olayın meydana geldiğini değil, henüz gerçekleşmemiş de olsa mutlak surette yaşanacağını bildirmeyi amaçlamaktadır. Bu ifade biçimi Kurân’da bir metottur. İleride gerçekleşmesi kesin olan olaylar için, özellikle kıyâmet ve mahşer halleri için genellikle bu tür geçmiş zaman kalıbı kullanılmaktadır. Suçluların bu soruya verecekleri cevaplarda da aynı şekilde ve aynı gerekçeyle geçmiş zaman kalıbı tercih edilmektedir. Önceki âyetlerde sözü edilen soru cümlesi işte bu âyette yer almaktadır. “Sizi kavurucu ateşe sürükleyen sebep nedir?” sorusu, inkârcı insanların ateş azabına gitmelerinin sebebinin yine kendileri olduğunu, başka sebepler veya failler aramamaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Âyetteki soru edatının مَنْ men değil de مَا mâ olması çok manidardır. Çünkü edat eğer men olsaydı, anlam “Seni azaba kim sürükledi?” şeklini alacaktı. Oysa mâ edatı, burada şahısları değil, eylemleri ifade etmektedir. İnsanların azaba sürüklenmeleri, onların dünyadaki karar ve eylemlerinin sonucunda gerçekleşecektir. İşte Yüce Allah, devam eden âyetlerde bu gerçeği onların dilinden madde madde sıralamakta ve ders almaları için insanlığa sunmaktadır. b Azaba Neden Olan Eylemler Yüce Allah, suçluların ateş azabında olacaklarını ve mahşerde bu durumun nedenlerinin kendilerine sorulacağını beyan ettikten sonra, onların da çeşitli cevaplar vereceğini bildirmekte ve muhatapları aynı yanlışlara düşmemeleri noktasında uyarmaktadır. ı. Yüce Allah’tan Yana Olmamak قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ “Suçlular ise şöyle cevap vereceklerdir Salat edenlerden değildik.” Âyetteki لَمْ نَكُ lem nekü ifadesi “değildik, olmadık”, الْمُصَلّ۪ينَۙ el-müsallîn kelimesi ise “destek verenler, yaslananlar, ibadet edenler, namaz kılanlar” demektir. a Genellikle “namaz” ibadeti ile ilişkilendirilen el-müsallîn kelimesinin anlam içeriğinde elbette bir tevhîd eylemi olarak namaz da vardır. Ancak kelimenin özel olarak “namaz” anlamı vermesi için ekaame, yukıımu, ikaamet, ekım, ekıımû gibi kelimelerle birlikte kullanılması gerekir. Bu nedenle, âyette الْمُصَلّ۪ينَۙ el-müsallîn sözcüğüyle kastedilen anlam, özel olarak namaz ibadetinden ziyade, namazı da içerecek şekilde bütünüyle tevhid eylemlerini yapanlardır. Bir sonraki âyette ekonomik bir faaliyet yer aldığı için bu âyetteki mesajın bütünüyle bedensel ibadetler olduğunu söylemekte bir sakınca görmemekteyiz. Meseleye bu açıdan bakınca, âyeti “Tevhîd üzere Hakk’a yönelenlerden, yani ibadet edenlerden değildik” şeklinde tercüme etmenin çok daha doğru olduğu açıkça ortadadır. b Peygamber namaz ibadetini “dinin direği” olarak tanıtmaktadır. Bu açıdan bakıldığında âyeti namazla ilişkilendirmek doğru gözükebilir. Ancak, namazı oluşturan hareketlerin ibadet değeri taşıması için onun inanarak kılınması gerektiği de herkesin malumudur. Çok büyük bir günah da olsa namaz kılmamak, farzıyetini inkâr etmediği sürece kişiyi dinsiz yapmaz. Bu açıdan bakıldığında, ateş azabına atılmanın ilk gerekçesini davranışlarla ilişkilendirmektense, onu inançla ilgili görmek daha doğrudur. Bu nedenle, el-müsallîn kelimesini öncelikle inançla ilişkilendirerek bütün tevhid eylemlerinin sahipleri olarak anlamlandırmak daha doğru bir yaklaşımdır. Kelimenin kök olarak “yaslanmak, destek olmak” anlamlarından hareketle, âyette kastedilen mesajın, bu kişilerin Yüce Allah’a yaslanmayanlar ve O’nun dinine destek olmayanlar olduğu da ifade edilebilir. Kişi dünyada neye veya kime yaslanmışsa, kimden yana olmuş, kimin yanında yer almış, kime güvenmiş ve kime destek vermişse, mahşerde de ona göre bir muameleye tâbi tutulacaktır. Dünyada Yüce Allah’tan yana olanlar mahşerde cennete, şeytandan yana olanlar da ateşe yaslanacaklardır. Yorumunu yapmakta olduğumuz âyette, cehennemliklerin ateşe atılma gerekçelerinin başına inanç yoksunluğu yerleştirilmiştir. En geniş anlamıyla tevhidden, yani Yüce Allah’tan yana olmamak ve bunun sonucunda inanarak ibadet yapmamak, ateşe atılmanın ilk sebebi olarak itirafa konu edinilmektedir. Dünya hayatında Yüce Allah’ın dinine destek verip ona yaslanmayanlar, mahşerde ateş azabına yaslanmak zorunda kalacaklarını unutmamalıdırlar. ıı. Yoksullarla İlgilenmemek وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ “Yoksulu da doyurmazdık.” Âyetteki نُطْعِمُ nutımü fiili “yedirmek, doyurmak, ilgilenmek”, الْمِسْك۪ينَۙ el-miskîn kelimesi ise “yoksul” demektir. Mahşerdeki sorgulamada Sekar cehennemindeki azabı hak edenler, kendilerini azaba sürükleyen sebeplerin ikincisini “yoksulu doyurmamak” şeklinde itiraf edeceklerdir. الْمِسْك۪ينَۙ el-miskîn kelimesi, “fakirliğin kendisinde yerleştiği, mesken tuttuğu kişi” demektir. Günlük konuşmalarda “miskin” kelimesine genelde “boş boş oturan kişi” anlamı verilmesi tamamen hatalı bir kullanımdır. Çünkü bu kelime, “muhtaç, düşkün, kendi gücüyle kazanmaktan aciz kişi”[31] anlamına gelmektedir. Âyetteki maksat, inkârcıların mahşerdeki sıkıntılı duruma düşmelerinin sebebini ortaya koymaktır. İnançtan yana olumsuzluk içerisinde bulunmak anlamında “Allah’tan yana olmama”nın peşinden, konu ekonomik yükümlülüklere getirilmektedir. Sekar cehennemine gideceği ifade edilen kişiler, müminlerin kendilerine soracağı, “Sizi Sekar’a sürükleyen sebep nedir?” sorusuna yönelik ikinci cevabı şöyle vereceklerdir “Biz, açlık ve yoksulluk nedeniyle âdeta karnı toprağa yapışmış haldeki insanları doyurmazdık.” Fecr 89/17-18, Beled 90/13-16 ve Mâûn 107/2-3. âyetlerde detaylı bir şekilde ele aldığımız üzere, ilâhî vahyin muhataplarından öncelikli istekleri arasında “fakirlerin ve yoksulların sahiplenilmesi” çok önemli bir yer tutmaktadır. Risaletin özellikle Mekke döneminde indirilen sûrelerinin pek çoğunda bu emri görmekteyiz. İnsân 76/8. âyetinde de ele alacağımız gibi, dinin toplum hayatındaki en önemli işlevlerinden birisi, yetim ve yoksullarla ilgilenilmesi, kendilerinin sahiplenilmesi ve dertlerinin paylaşılıp, kimsesizlik duygusundan kurtarılmalarının sağlanmasıdır. Toplum hayatındaki bu vazgeçilmez görevi yapmayanlar bilmelidirler ki, ilgilenmedikleri fakir ve yoksulları açlık ve sıkıntı azabına terk etmektedirler. Fakirlik, yoksulluk, yetimlik gibi durumlar bir toplumun gelişmişlik ölçütleriyle ilgili bilgi vermektedir. Fakirleriyle yeterince ilgilenmeyen topluluklar, ekonomik olarak ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, onlar insanlık fakiridirler ve gelişmişlikleri de sanıldığı gibi ileri bir düzey oluşturmamaktadır. Bir ülkenin gelişmişlik ölçüsü fakirlerle ilgilenmeyle doğru orantılıdır. Dünyada yaşanan bu tür dengesizlikler aslında daha dünyadayken ateş oluşturmakta ve toplumun bir kesimini manevî olarak ateşin içerisine itmektedirler. Fakirleri bu şekilde sıkıntılara mahkûm edenler, bu ilgisizliklerinin karşılığında mahşerde kendilerini Sekar cehenneminin kavurucu ateşinde bulacaklardır. Yoksula ilgisiz kalan zenginler, dünyada tutuşturdukları “fakiri gözetmeme ateşi”yle mahşerde mutlaka buluşacaklardır. Yorumunu yapmakta olduğumuz âyet grubunda dile getirilen hususlar, bu anlamda çok önemli mesajlar ve dersler içermektedir. Âhirette ateş azabına düşmemek ve bu itiraflarda bulunmak zorunda kalmamak için, fakirlere yardım konusunda duyarlı olmamız gerektiğini unutmamalıyız. ııı. Boş İşlere Dalmak وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَآئِض۪ينَۙ “Bâtıla dalanlarla birlikte biz de boş şeylerle meşgul olurduk.” Âyetteki نَخُوضُ nehuudu fiili “dalmak, meşgul olmak”, الْخَآئِض۪ينَۙ el-haaidıın kelimesi ise “boş işlere, günaha dalanlar” demektir. Ateş azabına çarptırılmanın üçüncü gerekçesi bu âyette dile getirilmektedir. Boş ve anlamsız şeylerle meşgul olmak, günahlara dalmak, ilâhî öğretilerle alay etmek ve gereksiz işlere dalmak insanın hem dünyasını anlamsızlaştırır, hem de âhirette derin mahcubiyetlere ve mahrumiyetlere sebep olur. Enâm 6/68’de, Hz. Peygamber’i inşa eden esaslar arasında yer alan şu bilgi son derece çarpıcıdır “Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşanları gördüğün zaman, onlar başka konulara geçinceye kadar onlardan uzak dur. Ama eğer Şeytan sana unutturursa, hiç değilse hatırladıktan sonra zâlimlerle birlikte bulunma!” Bu âyetten anlaşıldığına göre, yorumunu yapmakta olduğumuz âyetteki davranış da benzer özelliktedir ve Allah’ın âyetleri hakkında alay içerikli konuşmaları ifade etmektedir. Âyetlerle alay edenler, bundan tevbe etmedikleri sürece bu dinin hiçbir yerinde olamazlar. Yine aynı âyetten anladığımıza göre, bu tür alaycılık yapanlar zâlimler olarak nitelendirilmektedir. Zâlimin mahşerdeki yeri de elbette ateş azabıdır. Yüce Allah, kurtuluşa erecek müminlerin niteliklerini ele aldığı Mü’minûn 23/1-11’de ikinci özellik olarak “lağvden, yani kıymetsiz, değersiz, itibarsız, boş ve anlamsız şeylerden yüz çevirme”yi dile getirmektedir. Ayrıca Furkaan 25/72’de de Rahmân’ın has kullarının yalana şahitlik etmeyip, yararsız şeylerle karşılaştıklarında da vakarla çekip gittikleri ifade edilmektedir. Yüce Allah boş ve anlamsız şeylerle ilgili olarak şu evrensel ahlâkı bildirmektedir “Allah size kitapta şunu indirmiştir Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini duyduğunuz zaman, onlar bu sözü bırakıp başka bir söze dalıncaya kadar onlarla birlikte oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz ki Allah, bütün ikiyüzlüleri ve kâfirleri cehenneme toplayacaktır.”[32] Mahşerde ateş azabıyla karşılaşmamak için hayatın anlamsızlıklardan uzak yaşanması gerektiği son derece açıktır. Günah sözlerden ve işlerden kaçınmak, onların bulunduğu yerleri terk edip onlara şahit olmamak, yalandan şiddetle uzak durmak, hakikatlere, özellikle ilâhî mesajlara karşı alaycılık yapmamak Müslüman’dan istenen davranışlardan sadece bir kısmıdır. Bu yanlışlıkları işlemek nasıl ki haram ise ve azabı gerektiriyorsa, söz konusu eylemlerin zıddını yapmak da aynı derecede farzdır ve sonucu ödüllerle buluşmaktır. İşte mahşerde sızlanmak istemeyenler, dünya hayatında nasıl davranması gerektiğini Kur’ân’dan ve Hz. Peygamber’in sahih sünnetinden öğrenmeli ve bunu hayatında uygulamalıdır. ıv. Hesap Günü’nü Yalanlamak وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ “Hesap Günü’nü de yalanlardık.” Âyetteki نُكَذِّبُ nükezzibu fiili “yalanlamak”, يَوْمِ الدّ۪ينِ yevmü’d-dîn tamlaması ise “Hesap Günü” demektir. Sekar cehennemine gitmenin dördüncü sebebi de mahşer yargılamasını inkâr etmektir. Bu durum, inkârcılar tarafından orada itiraf edilecektir. Kur’ân’da pek çok âyette geçen bu tamlama “Din Günü” olarak anlaşılmakta, tamlamadaki dîn kelimesi bu doğrultuda “borç, hesap” anlamıyla mahşerdeki yargılamayı ifade etmektedir. “Din Günü” demek “Hesap ve Yargılama Günü” demektir. Dünya hayatında herhangi bir ölçü ve sınır tanımadan, hak hukuk gözetmeden her türlü yanlışlığı ve haksızlığı yapabilmeyi kendisinde hak görenler, bunun son derece yanlış bir tutum olduğunu mutlaka anlayacaklardır, ancak o zaman iş işten çoktan geçmiş olacaktır. Kur’ân’da yüzlerce âyette yer alan, kıyâmete ve âhirete iman konusu, Allah’a imandan sonra dinin olmazsa olmaz değerleri arasında ilk sıralardadır. Gayba imanın en temel esasları arasında yer alan bu konudaki en küçük tereddüt, sahibini imandan yoksun bırakmaya yetecektir. Bu nedenle Allah’a güvenmemek, yoksullarla ilgilenmemek, boş ve anlamsız şeylerle meşgul olmak, sonuçta kişiyi âhireti ve oradaki yargılamayı inkâra götürebilir. Ciddi konulara gereken hassasiyeti göstermemek bir süre sonra sahibini inkârın kucağına itebilir. “Sebep-sonuç” ilişkisi bağlamında meseleye bakılırsa, söz konusu üç davranış “sebep”, âhireti inkâr ise “sonuç” olur. İnkârın sonucu ise mahşerde ateş azabıyla karşılaşmak ve o azabın içerisinde derin ıstıraplara dûçâr olmaktır. c İnkârın Sonuçları Yüce Allah, insanların kazandıklarının karşılığında tutuklu olacakları ve azaba neden olan dört eylem hakkında bilgi verdikten sonra, sahip olunan yanlışlıkların nereye kadar devam edeceğini ve bazı beklentilerin nasıl sonuçsuz kalacağını beyan etmektedir. ı. Ölene Kadar Gerçeğe Geri Dönememek حَتّٰىٓ اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ “Sonunda hakikati ortaya çıkartan ölüm bize geldi.” Âyetteki اَتٰي etâ fiili “gelmek”, الْيَق۪ينُۜ el-yakîn kelimesi ise “gerçek, hakikat, ölüm” demektir. Yüce Allah, suçluların azaba uğratılmalarının gerekçelerini mahşerde, dört başlık halinde kendilerine itiraf ettirecek ve bu duyarsızlıklarını ölünceye kadar devam ettirdiklerini söylemelerini sağlayacaktır. Buradan anlaşılması gereken şudur İnsanlar bazı hataları işlemeye devam edince, bir süre sonra, yaptıkları yanlışların hata olmadığına inanabilir; ölünceye kadar geri dönme ya da özür dileme ihtiyacı hissetmeyebilirler. Tekâsür 102/1-2’de de hatırlatıldığı üzere, insanlar hata işlemeyi alışkanlık haline getirince artık ondan dönmeyi genellikle başaramamaktadırlar. Hatalar bazen inanmamanın sonucu olarak, bazen de “nasıl olsa bir gün dönerim” veya “nasıl olsa bağışlanırım” rahatlığıyla işlenir. Yorumunu yapmakta olduğumuz âyet grubundaki durum, inanmamanın sonucu olarak işlenenlerle ilgilidir. Hayatında yanlışlardan vazgeçmeyi başaramayanlar, ölüm gerçeğiyle yüzleşince, davranışlarının hatalı olduğunu anlayacaklardır; çünkü ölüm melekleri onları bilgilendirecektir. İşte konuyla ilgili âyet Enâm 6/93’te, vahye karşı duran, Allah’a yalan iftira eden, vahiy aldığını iddia eden, vahyin benzerini kendisinin de uydurabileceğini ifade eden kişiler “en zâlimler” olarak tanıtılmaktadır. Bu kişiler ölüm sancısı çekerlerken, melekler ellerini uzatmış olarak kendilerine “Ruhlarınızı teslim edin” diyecektir. Devamla, “Allah’a yalan iftira etmelerinin ve mesajlarına karşı kibir göstermelerinin karşılığı olarak” ölüm anında onur kırıcı bir azapla karşılaşmakta olduklarını onlara haber vereceklerdir. İşte bu âyet, yorumunu yapmakta olduğumuz âyetteki الْيَق۪ينُ el-yakîn denen “ölüm gerçeği”nin ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İnsanların ölüm biçimleri, hayatlarının istikametiyle ilişkilidir. Bazıları sevgiliyle buluşma sevinci ve meleklerin selamlamaları ile, bazıları ise derin sıkıntı ve hüzünlerle ölüm gerçeğini yaşarlar. Nahl 16/28 ve 32. âyetler bu konuda açıklayıcı bilgiler içermektedir. Kendilerine kötülük yapıp yazık edenleri melekler vefat ettirdiklerinde, “Biz hiçbir kötülük yapmamıştık” diye barış eli uzatacaklar; ancak meleklerin, “Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilendir” cevabıyla karşılanacaklardır. Öte yandan, iyilik sahipleri ise meleklerin “Selam sizlere olsun! Yapmış olduklarınızdan dolayı cennet girin!” hitabıyla ödüllendirileceklerdir. Enfâl 8/50 ve Muhammed 47/27’de ifade edildiğine göre, küfrü tercih edip küfür üzere yaşayanları melekler vefat ettirirken, feci halleri görülmeye değerdir. Çünkü melekler onların suratlarına ve sırtlarına vuracaklardır. Bütün bu âyetlerden anlaşılıyor ki, kişilerin dünya hayatında sahip oldukları inanç ve uygulamaya devam ettikleri düşmanca faaliyetler, ölümleri anında ölüm şekillerini de belirlemede etkili olacaktır. İşte yorumunu yapmakta olduğumuz âyetteki “gerçeğin kendilerine gelmesi” ifadesi, onların ölümleridir. Hıcr 15/99’da da zikredildiği üzere, ölünceye kadar Allah’a kulluk yapması gereken bu nankörler, ölüm esnasında hakikati anlayacaklar ve yaptıklarının hatalı olduğunu elbette fark edeceklerdir; ancak ne yazık ki bunun onlara hiçbir faydası da olmayacaktır. Tevbenin zamanı çok önemlidir; çünkü Nisâ 4/18 ve Yûnus 10/91’de belirtildiğine göre, ölüm anındaki tevbenin geçerliliği olmayacaktır. Tevbe iddiasındaki samimiyetin ortaya konulması için zamana ihtiyaç vardır. Oysa ölüm geciktirilmeyeceği için, ölmek üzere olan kişinin böyle bir imkânı kalmamıştır. Bu nedenle, yapılan kötülüklerden ve hatalı eylemlerden zamanında uzaklaşmak ve bu kararda samimi olunduğunu ispatlamak gerekmektedir. ıı. Şefaatten Yararlanamamak فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ “Bekledikleri şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermeyecektir.” Âyetteki تَنْفَعُ tenfeu fiili “yarar sağlamak, fayda vermek”, شَفَاعَةُ şefâat kelimesi “şefaat, çift yapmak, iltimas, torpil”, الشَّافِع۪ينَۜ eş-şâfiîn sözcüğ ise “şefaatçiler” demektir. Daha önceki pasajda sıralanan “Allah’tan yana olmamak, yoksulla ilgilenmemek, boş ya da anlamsız işlerle meşgul olmak ve Hesap Günü’nü yalanlamak” şeklindeki hatalı inanç ve davranışların ikinci sonucu işte bu âyette yer almaktadır. Bu kişiler, bekledikleri türden bir ayrımdan ve kayırmadan kesinlikle yararlanamayacaklardır. Yûnus 10/18’de yer aldığına göre, Mekkeli müşrikler putların kendilerine şefaat edeceğine inanmakta ve onlara sırf bu nedenle tapındıklarını ifade etmekteydiler. Yüce Allah onların bu iddiasını aynı âyette, “Siz, göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz?” diyerek reddetmektedir. Zümer 39/43’te, yine Mekkeli müşriklerin Allah’ın peşi sıra bazı şefaatçiler edindikleri ifade edilerek, “Hiçbir şeye güçleri yetmese ve akılları ermese de mi?” cümlesiyle bu beklenti reddedilmektedir. Çünkü Zümer 39/44’e göre, “bütünüyle şefaat, göklerin ve yerin idaresi sadece kendisinde olan ve insanlar da sadece kendisine döndürülecek olan Allah’a aittir. Buna göre, Yüce Allah’ın izin ve kontrolü dışında başka şefaatçiler aramak son derece bâtıl bir beklentidir. İşte Yüce Allah, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette, vahye karşı düşmanlık yapan ve anılan dört davranışı kendilerine ilke edinenlerin şefaatten kesinlikle yararlanamayacaklarını beyan etmektedir. Cehenneme atılmanın gerekçeleri arasında sayılan dört temel bozukluk, bizzat onların sahipleri tarafından mahşerde itiraf edilecektir. Bu arada, söz konusu olumsuzlukların bazı sonuçlarının bulunacağı da belirtilmektedir. İlk sonuç, ölünceye kadar gerçeğe geri dönememektir ki bunun nasıl bir felâket olduğunu izaha bile gerek yoktur. Diğeri ise şefaatten yararlanamamaktır ki bu da ödülü hak edenlerle birlikte bulunamamak anlamında başka bir mahrumiyettir. Âyetle ilgili bu yorumumuzdan sonra, şimdi de hakkında çeşitli yanlış anlaşılmaların yaşandığı, birtakım anlam kaymalarının görüldüğü ve “nasıl olsa bir kayıranımız olur” beklentisiyle insanları tembelliğe sevk eden “şefaat” konusuna değinmek istiyoruz. Şefaat Meselesi Kur’ân’da “tek olanı çift yapmak” anlamındaki ş-f-a kökünden kelimeler 26 âyette kullanılmaktadır. Nisâ 4/85’te yeşfa/şefaat kelimesi dünya hayatı için “öncülük etmek, katkıda bulunmak” ve Fecr 89/3’teki şef kelimesi de “çift” anlamına gelmektedir. Âhiretle ilişkilendirilen diğer kullanımları ise beş başlıkta ele almamız mümkündür Şefaatin sadece Yüce Allah’a ait olduğunu beyan eden âyet “De ki Şefaat bütünüyle ve sadece Allah’a aittir.”[33] Şefaatle ilgili bütün âyetler bu âyet ışında anlaşılmalı ve yorumlanmalıdır. Şefaati mutlak anlamda reddedip onun fayda vermeyeceğini içeren âyetler “Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz, onlara asla yardım da yapılmaz.”[34] “Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve şefaat kayırma bulunmayan gün kıyâmet gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zâlimlerdir.”[35] Konuyla ilgili bu iki âyetin mealini vermekle yetinmek istiyoruz.[36] Şefaati Allah’ın iznine bağlayan âyetler “İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir?”[37] Bu konuda başka âyetler de vardır.[38] Şefaat edebilecek varlıklar Bunlar Kur’ân’ın ifadesine göre “Rahmân’ın katından söz alan melekler”dir.[39] Kendilerine şefaat edilebilecekler Bunlar da “Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseler”;[40] “Allah’ın razı olduğu müminler;[41] “Allah’ın izin verdiği kimseler”[42] ve “Allah’ın dilediği ve razı olduğu kişiler”dir.[43] Bu âyet gruplarından çıkartılabilecek çeşitli sonuçlar vardır a Şefaatle ilgili bütün bu âyetleri birlikte düşündüğümüzde, şefaatin mutlak anlamda sadece Yüce Allah’a ait olduğunu kabul etmek ve ısrarla bu gerçeği vurgulamak durumundayız. Yüce Allah’tan başkasından şefaat beklemek, O’nu yeterince tanımamaktır. Şu husus asla unutulmamalıdır Hiçbir varlık, insanı Yüce Allah’ın sevdiği kadar sevemez. Dolayısıyla bağışlanmayı ve şefaati Yüce Allah’tan beklemek tek çıkar yoldur. Bağışlanmak için araya başkalarını sokanlar, Yüce Allah ile aralarına mesafe koyanlardır; dahası Yüce Allah’ı kendilerinden uzak sananlardır. Oysa Kaaf 50/16’ya göre Yüce Allah insana şahdamarından hatta Enfâl 8/24’e göre insanın bizzat kendisinden daha yakındır. Allah – kul – şefaat ilişkisinde anlayışımız bu olmalıdır. b Ayrıca, Mekkeli müşriklerin beklediği türden bir şefaatin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Allah’tan başkasını otorite kabul edip, bazı artçı tanrıcıklar veya çakma tanrılar edinen ve sonunda onlardan torpil bekleyenler, bu beklentilerinin karşılığını kesinlikle göremeyeceklerdir. İkinci maddede saydığımız âyetlerde de görüleceği üzere, Kur’ân bu konuda son derece kesin ve olumsuz ifadeler içermektedir. Yorumunu yapmakta olduğumuz Müddessir 74/48’de ele alınan konu da budur. c Üçüncü maddede naklettiğimiz âyetlerde Yüce Allah şefaati bütünüyle Kendi iznine bağlamaktadır. O’nun izni olmadan -hâşâ- sanki O’na rakip anlayışlar türetiliyormuş gibi yeni bir şefaat kurumu oluşturmamak gerekir. d Yüce Allah, 4 ve 5. maddelerde aktardığımız âyetlerde, şefaat etmeleri için ve şefaate lâyık olabilmeleri için bazı özellikler saymaktadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, şefaat Allah’ın iznine bağlıdır. O’nun izin verdiği melekler, yine O’nun izin verip razı olduğu kullara yönelik gerçekleşecektir. “Allah’ın razı olduğu kişiye şefaate ne gerek var?” diye bir soru sorulabilir. Buna verilecek cevap, kelimenin kök anlamında gizlidir “Tek olanı çift yapmak” demek olan şef kelimesi, cennete gitmiş kişilerin oradaki derecelerinin artırılması anlamını vermektedir. Bir dereceyi hak eden kişilere Yüce Allah bir üst dereceyi verebilir. Bunu melekler eliyle ilgili kişilere bildirir, böylece meleklerin şefaati de anlaşılmış olur. e Şûrâ 42/5’e göre, meleklerin yeryüzündeki bütün insanlar için gerçekleşecek olan bağışlanma duaları, Mü’min 40/7’ye göre, iman etmiş kişiler için kabul edilmiş olacaktır. İşte onların duası kabul edilince, derece artırım kararı onların eliyle müminlere iletilir ve şefaat gerçekleşmiş olur. Esasında Nisâ 4/69’daki mesaj da bunun tamamlayıcısıdır “Allah’a ve Peygamber’e itaat eden kimseler, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, Hakk’a sadık kalanlar, hayatını imanına şahit kılanlar ve iyiliği yayanların safında olurlar. Bunlar ne güzel dostturlar.” Şefaat, bu dört grupla mahşerde cennet ödülleri içerisinde birlikte olma halidir ve bunu sağlayacak olan da sadece Yüce Allah’tır. Haklarında bu karar verilenlere sevindirici haberi melekler vermiş olacaktır. Onların bağışlanma dileği şeklinde müminlere yönelik duaları da böylece kabul edilmiş bulunacaktır. f Öte yandan, şefaatin “cehennemden çıkartılıp cennete gönderilme” şeklinde gerçekleşeceği anlayışı ise, kişiyi büyük günah işlemeye teşvik edeceği ve onu tembelliğe sevk edeceği için doğru görülmemelidir. Yüce Allah, Nisâ 4/31’de “Büyük günahlardan kaçınırsanız diğerlerini örter ve sizi değerli bir ödül yerine cennete koyarız” buyurmaktadır. Genelde algılandığı üzere şefaat, büyük günah işleyenlere yönelik gerçekleşecektir. Oysa bu kabul, söz konusu âyetle taban tabana zıttır. Hz. Peygamber’e nispet edilen ve bir kısmı âyetlerle açıkça çelişen rivayetleri Kur’ân ışığında yeniden değerlendirme zorunluluğu vardır. Çünkü Hz. Peygamber Kur’ân’a aykırı konuşamaz, Kur’ân’a aykırı konuşan kişi de peygamber olamaz. Bu durumda, Hz. Peygamber’den geldiği iddia edilen, ancak Kur’ân’a aykırılığı da son derece açık olan rivayetleri esas alıp âyetleri yorumlamak doğru değildir. Yapılması gereken şey, bunun tam zıddıdır Âyetler esas alınmalı, rivayetler ise yorumlanmalıdır. Kur’ân’a uygun rivayetler kabul edilmeli, aykırı olanlar ise “Bunlar Peygamber as’ın sözü olamaz” diyerek tevil edilmeli veya açıkça reddedilmelidir. g Nâfile ibadetleri Hz. Peygamber’in şefaatini elde etmek için yapmak ise son derece büyük bir hatadır ve mutlaka bundan dönülmelidir. “Hz. Peygamber’den şefaat istemek” yerine, onunla birlikte olmak anlamında “onun şefaatini istemek” gerekir. Peygamberimizin şefaati, onun arkadaşlığının istenmesidir ve Müslümanların böyle bir istekte bulunmaları imanlarının gereğidir. Allah razı olmadığı için azapta kalanları Peygamberimiz savunamaz; Allah’ın sevmediğini Peygamberimiz de sevemez. Dolayısıyla, şefaati ispat etmek için Hz. Peygamber’i -hâşâ- Yüce Allah’ın razı olmadıklarının savunucusu durumuna getirmek hiçbir şekilde doğru bir anlayış değildir. [1] İslâmoğlu, age., s. 1050’de 6. not. [2] İslâmoğlu, age., s. 1191. [3] Esed, age., s. 1271. [4] İsrâ 17/71; Tâhâ 20/17; Vâkıa 55/8, 27; Hâkka 69/19; Müddessir 74/39; İnşikaak 84/7. [5] Arâf 7/17; Kasas 28/29; Hadîd 57/12; Tahrîm 66/8; Meâric 70/36-37. [6] Zümer 39/67. Benzer örnek için bkz. Sâffât 37/93; Hâkka 69/45. [7] Bakara 2/225; Mâide 5/89; Enâm 6/109; Nahl 16/94; Nûr 24/53; Fâtır, 35/42. [8] Tevbe 9/12; Kalem 68/39. [9] Sâffât 37/28. [10] Nisâ’ 4/3, 24, 25, 36; Nahl 16/71; Mü’minûn 23/6; Nûr 24/31, 33, 58; Rûm 30/28; Ahzâb 50, 55; Meâric 70/30. [11] Dâmeğânî, Kâmûsu’l-Kur’ân, s. 506. [12] Yemîn kelimesinin anlamı hakkında bkz. Okuyan, Kur’ân’da Vucûh ve Nezâir, s. 591-592. [13] Ferrâ, age., III, 205; Semerkandî, age, III, 518. [14] Kaaria 101/9-11. [15] Tevbe 9/66. [16] Tâhâ 20/102. [17] Secde 32/12. [18] Secde 32/22. [19] Zuhruf 43/74. [20] Kalem 68/35. [21] İslâmoğlu, age., s. 1160’ta 17. not. [22] Kasas 28/78. [23] Rahmân 55/39-41. [24] En’âm 6/123. [25] A’râf 7/80-84. [26] Enfâl 8/8. [27] Yûnus 10/17. [28] Tâhâ 20/70-73. [29] Şu’arâ’ 26/99. [30] Mütaffifûn 83/29-33. [31] İslâmoğlu, age., s. 343, 1203, 1204’te 4. not. [32] Nisâ’ 4/140. [33] Zümer 39/44. [34] Bakara 2/48. [35] Bakara 2/254. [36] Bakara 2/48, 123, 254; Enâm 6/51, 70, 94; Arâf 7/53; Yûnus 10/18; Şuarâ’ 26/100; Rûm 30/13; Secde 32/4; Yâsîn 36/23; Zümer 39/43; Mü’min 40/18; Müddessir 74/48. [37] Bakara 2/255. [38] Yûnus 10/3; Necm 53/26. [39] Meryem 19/87; Enbiyâ 21/28; Necm 53/26; Zuhruf 43/86. [40] Tâhâ 20/109. [41] Enbiyâ 21/28. [42] Sebe’ 34/23. [43] Necm 53/26. Visited 4359 times, 1 visits today ❬ Önceki Sonraki ❭ Your browser doesn’t support HTML5 audio وَمَا جَعَلْنَآ أَصْحَٰبَ ٱلنَّارِ إِلَّا مَلَٰٓئِكَةً ۙ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لِيَسْتَيْقِنَ ٱلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْكِتَٰبَ وَيَزْدَادَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓا۟ إِيمَٰنًا ۙ وَلَا يَرْتَابَ ٱلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْكِتَٰبَ وَٱلْمُؤْمِنُونَ ۙ وَلِيَقُولَ ٱلَّذِينَ فِى قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَٱلْكَٰفِرُونَ مَاذَآ أَرَادَ ٱللَّهُ بِهَٰذَا مَثَلًا ۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ ٱللَّهُ مَن يَشَآءُ وَيَهْدِى مَن يَشَآءُ ۚ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ ۚ وَمَا هِىَ إِلَّا ذِكْرَىٰ لِلْبَشَرِ Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû li yesteykınellezîne ûtûl kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâbellezîne ûtûl kitâbe vel mu’minûne, ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun vel kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâmeselen, kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâyeşâu, ve mâ ya’lemu cunûde rabbike illâ hûhuve, ve mâ hiye illâ zikrâ lil beşerbeşeri. Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, “Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır. Türkçesi Kökü Arapçası ve وَمَا biz yapmadık ج ع ل جَعَلْنَا muhafızları ص ح ب أَصْحَابَ cehennemin ن و ر النَّارِ başkasını إِلَّا meleklerden م ل ك مَلَائِكَةً ve وَمَا yapmadık ج ع ل جَعَلْنَا onların sayısını ع د د عِدَّتَهُمْ başka bir şey إِلَّا bir sınavdan ف ت ن فِتْنَةً için لِلَّذِينَ inkar edenler ك ف ر كَفَرُوا iyice inansın diye ي ق ن لِيَسْتَيْقِنَ olanlar الَّذِينَ kendilerine verilmiş ا ت ي أُوتُوا Kitap ك ت ب الْكِتَابَ ve artsın diye ز ي د وَيَزْدَادَ الَّذِينَ inananların ا م ن امَنُوا imanı ا م ن إِيمَانًا ve وَلَا kuşkulanmasınlar ر ي ب يَرْتَابَ olanlar الَّذِينَ verilmiş ا ت ي أُوتُوا Kitap ك ت ب الْكِتَابَ ve inananlar ا م ن وَالْمُؤْمِنُونَ ve desinler diye ق و ل وَلِيَقُولَ kimseler الَّذِينَ bulunan فِي kalblerinde ق ل ب قُلُوبِهِمْ hastalık م ر ض مَرَضٌ ve kafirler ك ف ر وَالْكَافِرُونَ ne? مَاذَا demek istedi ر و د أَرَادَ Allah اللَّهُ bu بِهَٰذَا misalle م ث ل مَثَلًا böylece كَذَٰلِكَ şaşırtır ض ل ل يُضِلُّ Allah اللَّهُ kimseyi مَنْ dilediği ش ي ا يَشَاءُ ve doğru yola iletir ه د ي وَيَهْدِي kimseyi مَنْ dilediği ش ي ا يَشَاءُ ve وَمَا bilmez ع ل م يَعْلَمُ ordularını ج ن د جُنُودَ Rabbinin ر ب ب رَبِّكَ başkası إِلَّا O’ndan هُوَ ve değildir وَمَا bu هِيَ başka bir şey إِلَّا bir uyarıdan ذ ك ر ذِكْرَىٰ insanlara ب ش ر لِلْبَشَرِ Diyanet İşleri Başkanlığı Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, “Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır. Diyanet Vakfı Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkârcılar için sadece bir imtihan vesilesi yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, iman edenlerin imanını arttırsın; hem kendilerine kitap verilenler hem müminler şüpheye düşmesinler, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?» desinler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Bu ise, insanlık için ancak bir öğüttür. Elmalılı Hamdi Yazır Sadeleştirilmiş Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık, sayılarını da sadece inkarcılar için bir fitne vesilesi kıldık ki, kitap verilenler kesin inanç edinsin, inananların imanını arttırsın, kitap verilenlerle, müminler şüphelenmesin, kalplerinde hastalık bulunanlarla kafirler Allah bununla mesela ne demek istiyor?» desin, işte böyle Allah, dilediğini şaşırtır, dilediğine de yola getirir. Rabbinin ordularını sadece kendisi bilir; ve o ancak düşünmek için insanlara bir öğüttür. Elmalılı Hamdi Yazır Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de Allah bu misalle ne demek istedi?» desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir. Ali Fikri Yavuz Biz o ateşin muhafızlarını hep meleklerden ibaret kıldık. Sayılarını da ancak kâfir olanlar için bir fitne yaptık, zira on dokuz meleği azımsayarak onları helâk edebileceklerini sandılar; kendilerine kitab verilenler de Kur’an’ın hak olduğuna inansınlar; çünkü onların kitablarında da bu meleklerin sayısı on dokuzdur; müminlerin de imanlarını artırsın. Kendilerine kitab verilenlerle müminler böylece şüpheye düşmesinler. Kalblerinde bir maraz nifak bulunanlarla kâfirler de şöyle desin “- Allah bu sayı ile beraber hangi şeyi murad etmiştir? İşte Allah dilediğini böyle şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını da ancak kendisi bilir. O cehennem de insanlar için ancak bir öğüddür. Elmalılı Hamdi Yazır Orijinal Hem biz o ateşin muhafızlarını hep Melâike yaptık, sayılarını da ancak küfr edenler için bir fitne kıldık ki kitab verilmiş olanlar yakîn edinsin ve iyman edenlere iyman artırsın, kitab verilenler ve mü´minler şübhelenmesin, kalblerinde bir maraz bulunanlarla kâfirler de desin Allah bununla meselâ ne murad etmiş? İşte böyle Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir ve rabbının ordularını ancak kendisi bilir ve o ancak bir öğüttür düşünmek için beşer Fizilal-il Kuran Biz cehennem görevlilerini meleklerden seçtik, sayılarını da kafirler için sınav konusu yaptık ki kitap verilenler bunun hak olduğunu anlasınlar, mü´minlerin de imanı pekişsin. Mü´minler şüphe etmesin. Kalplerinde hastalık olanlar ve kafirler "Allah bununla ne demek istedi" desinler. İşte böyle. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete eriştirir. Rabbinin ordularının sayısını ancak kendisi bilir. Bu insan için bir öğüttür. Hasan Basri Çantay Biz o ateşin bekçi lik lerine meleklerden başkasını me´mur etmedik. Sayılarını da küfredenler için — başka değil — ancak bir fitne yapdık ki kendilerine kitâb verilenler sağlam bilgi edinsin ler, îman edenlerin de inanları artsın. Hulâsa hem kendilerine kitâb verilenler, hem mü´minler bu hususda şüpheye düşmesin ler. Kalblerinde maraz bulunanlarla kâfirler dahi Allah bu aded le, misâl olarak, yeni murad etmiş?» desin ler. İşte Allah, kimi dilerse böylece şaşırtır, kimi de dilerse doğru yola getirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. O, insan lar için öğüdden başkası değildir. İbni Kesir Cehennem bekçilerini yalnız meleklerden kıldık. Onların sayılarını da ancak küfretmiş olanlar için bir fitne kıldık. Ki kendilerine kitab verilmiş olanlar, kesin bilgi sahibi olsunlar. İman edenlerin de imanları artsın. Kendilerine kitab verilmiş olanlar ve mü´minler kuşkuya düşmesinler. Bir de kalblerinde hastalık bulunanlarla kafirler Bununla Allah neyi kasdetmiş? desinler. İşte böyle Allah, dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Rabbının ordularını ancak kendisi bilir. Bu, ancak insanlara bir öğüttür. Ömer Nasuhi Bilmen Ve Biz cehennemin muhafızlarını meleklerden başka kılmadık ve onların adetlerini kâfir olanlar için ancak bir fitne kılmış olduk. Tâ ki kendilerine kitap verilmiş olanlar, yakîn getirsinler. Ve imân etmiş olanlara da imân arttırsın ve kitap verilmiş olanlar ile mü´min bulunanlar, şüpheye düşmesinler. Ve kalblerinde bir maraz bulunanlar ile kâfirler de desin ki Allah bununla bir mesel olarak ne murad etmiş?» İşte Allah, dilediği kimseyi böyle dalâlete düşürür ve dilediği kimseye de hidâyet nâsib buyurur ve Rabbin ordularını ancak kendisi bilir ve o, insan için ancak bir öğüttür. Tefhim-ul Kuran Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını da küfretmekte olanlar için yalnızca bir fitne konusu yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler böylece kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?» İşte Allah, dilediğini de böyle hidayete iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başka hiç kimse bilmez. Bu ise, beşer insan için yalnızca bir öğüttür.

müddessir suresi 31 ayet tefsiri